BABADAĞDAN BOZDOĞAN MADRAN YAYLASINA
(BİR GEZİ HİKAYESİ)
ZORUNLU AÇIKLAMA:
2014 yılı Ağustos ayında gerçekleştirdiğimiz Babadağ (Denizli),
Karacasu, Bozdoğan (Aydın) ve Kavaklıdere (Muğla) ilçelerini kapsayan gezimize ait
bir yazı kaleme almayı düşünmemiştim. Bu nedenle bazı yerlerin fotoğraflarını
çekmeyi ihmal ettim. Bazı bilgileri de kaynağından öğrenmeyi atladım. Bu
eksikliğimi, alıntı yaptığım fotoğraf ve bilgilere ait açıklamalarda da
belirttiğim gibi bazı internet sitelerinden tamamlamaya çalıştım. Alıntı
yaptığım kişi ve kuruluşlara buradan açıkça teşekkürlerimi sunuyorum.
***
BABADAĞ
Sıcak bir yaz günü öğleden sonra, yediğim yemeğin de etkisi ile klimanın o sunî serinliğinin altında uyku basmış, uyumamak için var gücümle direniyordum. Uykumu dağıtmak için içtiğim çaylar fayda etmemişti. Dışarı çıkıp şöyle bir hava alayım dediğimde ise klimanın soğuttuğu ofisin serin ortamının da verdiği etkiyle dışarısı cehennem gibi gelmiş, hemen içeri kaçmıştım.
Uykumu dağıtan telefon işte
tam bu sırada gelmişti. Karşımdaki, avukat bir meslektaşımdı. Bana hafta sonu
Bozdoğan’a, Madran Yaylası’na gelip gelemeyeceğimi soruyordu. Yayla ismini
duyunca, “Tamam, geliyorum” dedim.
Ertesi sabah erkenden Göveçlik’e
doğru yola çıktık.
Göveçlik, Denizli’nin
batısında Karcıdağı ile Babadağ’ın arasındaki vadide kurulmuş merkeze bağlı bir
kasaba iken, kent, büyükşehir statüsüne
geçince mahalle olmuş bir yerleşim yeriydi. Denizli’nin her tarafında olduğu
gibi burada da tekstil ve iplik fabrikaları vardı.
Göveçlik aynı zamanda Babadağ’ın yamaçlarına
kurulmuş irili ufaklı köylerin de giriş kapısı gibidir. Babadağ ilçesine kadar
Altındere, Mollaahmet, Kelleci, Yeşilyayla, Yeniköy gibi köyler hep bu yol
üzerindedir. Babadağ’ın zirvelerinden
kopup gelen buz gibi kar suları, adını saydığım köylerden geçen dereler
vasıtasıyla toplana toplana Denizli kent merkezini de geçerek Sarayköy ovasında
Büyük Menderes nehrinin bir kolu olan Çürüksu’ya katılır.
Örneğin Altındere köyü, adı
gibi Altındere’nin üzerine kurulmuş şirin mi şirin bir köydür. Derenin kenarına
yapılan bahçelerde yetiştirilen taze sebze ve meyvelerin tadı ve lezzeti hemen
kendini belli eder.
![]() |
Altındere köyü |
Altındere her mevsim bir başka güzeldir. Özellikle sonbaharda fotoğrafçılara çok güzel pozlar verir. Ben de bu bölgeye bir grupla yaptığım yürüyüş sırasında çok güzel fotoğraflar çektim.
![]() |
Altındere'den Denizli Saat 06,29 |
Altındere köyüne
vardığımızda güneş Denizli’nin üzerine yenice doğuyordu. Ama önümüzden gelen
arabaları, traktörleri ve elinde çapa ve keserleriyle bağa bahçeye giden kadınları
gördüğümüzde, güneş Altınderelilerin üzerine çoktan doğmuştu.
![]() |
Altındere'den bir manzara |
Altındere ile Yeniköy
arasından Babadağ’ın zirvesinin fotoğrafını çekebilmek için uygun bir yer
aradım. Ancak burada paylaşacak kalitede
iyi bir fotoğraf çekemedim. Aşağıda gördüğünüz fotoğraf Sayın Osman Ünlü’ye
aittir. Kendisine buradan teşekkürlerimi iletiyorum.
![]() |
Altındere'den Babadağ'ın babası/zirvesi (Fotoğraf: Osman Ünlü) |
Biraz üzülmüştüm ama yapacak bir şey de yoktu. Beş altı dakika sonra bizi Babadağ ilçesinin bir mahallesi gibi olan Yeniköy’ün evleri karşıladı.
Yeniköy/Babadağ |
Yeniköy ana yoldan biraz içeride kalıyordu. Biz alacağımızı almış, fotoğraflarımızı çekmiştik. Babadağ ilçesine doğru yolumuza devam ettik.
Babadağ’a vardığımızda ilçe
halkı çoktan uyanmıştı. Yaşlılar kahve önlerine sandalyelerini atmış, sohbeti
koyulaştırmıştı bile. Denizli’nin bunaltıcı sıcağından burada eser yoktu.
Kahvehanelerin ve dükkanların önü sulanmış, süpürülmüştü. Mis gibi serin ve
temiz havayı içime doyasıya çektim.
Babadağ, tekstil işinde Denizli’nin diğer
yörelerinden bir adım daha öndedir.
Tekstil sektörüne yatırım yapan insanların çoğu Babadağlıdır. Ne yazık
ki Babadağ’ın nüfusunun çoğu dokuma tezgahlarının makineleşmesi ile birlikte
çok önceden Denizli’ye göç etmişti.
Babadağ’a vardığımızda
dikkatimizi çeken camisiz bir minare oldu. Minarenin kitabesinden camisinin, “Panayırcızade
Hacı İsmail Efendi” tarafından 1842 (Rumi 1258) yılında yapıldığını, ancak 1932
yılında büyük Kıranbağ yangınında yandığını, yangından sadece fotoğrafta
görünen minaresinin kaldığını anladık.
Burada Babadağlıların çok
önemli bir özelliğinden de bahsetmeden geçmek istemiyorum. Babadağlılar
birbirlerine çok güvenen insanlardır.
Özellikle ticari yaşamda vadeli alışverişlerde bilinen ve bazı esnaf
arasında hala varlığını sürdüren “Babadağ çeki”, Babadağlı esnafların
birbirlerine ne kadar güvendiklerinin bir kanıtıdır. Babadağ çeki, basit bir
kağıt parçasıdır. Bu kağıt parçası, modern banka çekinin gördüğü işlevin aynısını
görür. Bu nedenle vadeli çeki ilk defa icat eden insanların Babadağlılar olduğu
bile söylenebilir.
Attuda açık hava müzesi |
Hedefimiz Bozdoğan Madran yaylası idi. Ama yolumuz üzerinde tarihi ve doğal özellikleri olan yerler de vardı. Aracımızın direksiyonunu Babadağ’dan Kıranyer köyü yoluna çevirdik. Buradan Hisar köyüne gidecektik. Hisar köyü, Attuda antik kentinin üzerine kurulu, insanlarının çoğu Denizli kent merkezine taşınmış, adeta terk edilmiş görünümde bir yerleşim yeriydi.
Hisar köyü (Attuda) |
Attuda antik kenti, Lykus (Çürüksu) vadisinin ünlü kentleri olan Tripolis, Laodikya, Hiarapolis ve Colessa ile aynı tarihsel dönemin kentidir ve bu kentleri Afrodisias kentine bağlayan antik yol üzerindedir. Bu nedenle kent antik çağda önemli bir işleve sahipti.
![]() |
Hisar (Attuda) Köyünden bir ev kalıntısı |
Tarihin ve doğal
güzelliklerin iç içe yaşadığı Attuda’dan zor da olsa ayrıldık. Yolumuz uzundu.
Akşam hava kararmadan önce Madran yaylasına ulaşmalıydık. Bu düşüncelerle
Attuda’yı Afrodasias’a bağlayan yola düştük.
Buradan Tavas Karacasu
yolunu girecektik.
KARACASU
Tavas Karacasu yoluna
Işıklar köyü üzerinden ulaştık. Işıklar köyünde biraz soluklanmak amacıyla bir
kahvenin önünde durduk. Köylülerle yaptığımız kısa bir sohbetten sonra Işıklar
adının daha sonra verildiğini, aslında köyün Aşık Bilal isminde bir derviş
tarafından kurulduğunu ve adının da “Aşıklar” olduğunu öğrenince Aşık Bilal
türbesini merak ettik. Türbe köyün çıkışında basit bir yapıydı. Etrafına adak kesim yerleri yapılmıştı.
![]() |
Aşık Bilal Türbesi / Işıklar Köyü |
Aşık Bilal türbesini geçince
solumuzda, asfalta paralel, eski bir taş döşeme yol karşıladı bizi. Gördüğümüz
antik bir ulaşım yoluydu.
Laodikya-Afrodasias antik yolu (Işıklar köyü) |
Yolun gerisi yoktu. Bir bölümü orman altında kalmış, bazı bölümleri ise tarla olmuştu. Bazı yerlerinden ise yeni kullanılan asfalt yol geçirilmişti.
Işıklar’ı ardımızda bırakıp
ana yola çıktığımızda Afrodisias solumuzda, Karacasu sağımızda kalmıştı. Afrodisias’ı daha önce Menderes Belgeseli
çalışmalarım sırasında görmüş, epeyi fotoğrafını çekmiştim. Zamandan kazanmak
amacıyla Afrodisias’ı görmekten vazgeçtik.
Aşağıda gördükleriniz daha önce
çektiğim fotoğraflardır.
Afrodisias Tetrapylon (Tören kapısı) |
Antik dönem heykelciliğinin
bir merkezi olan Afrodisias başlı başına bir yazı konusu olacak kadar büyük ve
zengin bir mirasa sahiptir.
Afrodisias ören yerinde
bölgeden çıkartılan ve çoğu relief (kabartma) tekniği ile yapılmış heykellerin
sergilendiği müze görülmeye değerdir.
Bir relief (kabartma) heykel çalışması |
Şimdilik tören kapısı,
tiyatro ve relief tekniği ile yapılmış bir heykelin fotoğrafını beğeninize
sunmakla yetiniyor ve asıl konumuza dönüyorum.
Afrodisias’a gitmekten
vazgeçince, Karacasu’ya doğru devam ettik. Yolda bizi Dandalas çayını kesen
tarihi bir köprü ile yanına yapılmış eski değirmenler karşıladı.
Dandalas çayı ve tarihi köprü |
Babadağ, Karıncalı
dağ ve yaylalarından gelen sular Dandalas Çayı aracılığıyla Kuyucak İlçesi
altından Büyük Menderes Nehrine dökülüyordu. Dandalas barajı yapılıncaya kadar bu
sular, kış ve bahar aylarında boşa akıp
gitmekteydi. İşte Karacasu’ya 5-6 km uzaklıkta bulunan Dereköy yakınına yapılan
Dandalas barajı, yöre halkını kışın taşkınlardan, yazın ise kuraklıktan
kurtarmıştı.
Karacasu’ya geldiğimizde
öğle olmuş, karnımız acıkmıştı. Karacasu pidesinin ününü duymuştuk. Ancak Yenipazar
ve Bozdoğan’da da pide yapıldığını biliyorduk. Karacasu’nun yerlisi birinin
önermesiyle pidemizi Karacasu’da yemeyi kararlaştırdık. Pidecide masaya oturur
oturmaz hem yorulduğumuzu, hem de gerçekten acıktığımız fark ettik. Önce bir kavurmalı pide, ardından da ortaya tahinli
bir pide söyledik. Kavurmalı vasattı. Ancak tahinli pide, anlattıkları gibi
mükemmeldi. Bir pasta gibi ağzımızda dağıldı gitti.
![]() |
Tahinli ve kavurmalı Karacasu pidesi (Fotoğraf:Aydın Denge Gazetesi) |
Karnımız doymuştu. Sıra
kahve içmeye gelmişti. Kahveyi Karacasu’da kahve Deresi isimli mesirelik bir
yerde içmeye karar verdik.
Kahve Deresi’ne gitmeden önce şehirde kısa
bir gezinti yaptık. Şehirde, XVIII. yüzyılın sonlarında ve XIX. yüzyılın
ortalarına kadar yaşamış olan Uşşaki Tarikatından Şeyh Süleyman Rüştü ile oğlu
Mustafa Nuri ve Şeyh Seyyit Ali el Filzi’nin sandukalarının bulunduğu bir türbe
olduğunu öğrendik. Ayrıca toprak testi yapan yerler de vardı.
Süleyman Rüşdi Türbesi/Karacasu |
Önce türbeyi gezdik. Türbenin
birkaç fotoğraf çektikten sonra toprak testi imalathanelerinden birini gördük.
Testi ustasının elinin çabukluğunu gördüğümde çok şaşırdım. Nerdeyse 2 dakika
içinde bir testi yapıyordu.
Testi yapımını da gördükten sonra sıra Kahve Deresi’nde
kahve içmeye gelmişti. Kahve Deresi, isminden anlaşılacağı üzere kahvehanelerin
bulunduğu, şehirden biraz uzakta, bir akarsuyun başında kurulu mesirelik bir
alandı. Kahve Deresi’ne vardığımızda insanlardan bazıları sohbet ediyor,
bazıları da tavla oynuyorlardı. Kahvelerin yanı sıra fırın/tandır kebabı yapan
bir iki mekan daha vardı.
Kahve Deresi/Karacasu |
![]() |
Kahve Deresi/Karacasu |
Kahve Deresi güzel bir yerdi. Canımız ayrılmak istemese de, hava
kararmadan Bozdoğan’a varıp, oradan da Madran yaylasına gitmeliydik. Bu arada
Bozdoğan’a kadar yolumuz üstünde uğrayacağımız başka yerler de vardı.
BOZDOĞAN
Karıncalı dağını, Tepecik ve Yaykın köyleri üzerinden geçtikten sonra
tepeden Akçay üzerine kurulu Kemer barajının muhteşem görüntüsü karşıladı bizi.
Kemer Baraj Gölü |
Akçay, Büyük Menderes nehrinin
önemli kollarından biri. Çay, Kemer barajına İnceğiz köyü yakınlarında muazzam
bir kanyonun içinden geçerek ulaşıyor.
Akçay İnceğiz Kanyonu/Bozdoğan |
Kemer Barajı, Aydın ili Bozdoğan
ilçesi sınırları içinde, Akçay üzerinde sulama, taşkın kontrolü ve enerji
üretimi amacıyla 1954-1958 yılları arasında yapılmış. 25 Eylül 1958'de hizmete
girmiş.(Kaynak: Vikipedi)
![]() |
Kemer Baraj Gölü/Balık Çiftliği |
Kanyonun başından saat
16.00 gibi ayrıldık. Kemer barajı solumuzda yolumuza devam ederken yol üstünde gördüğümüz
hayır için konmuş bir su küpünden kana kana su içerek susuzluğumuzu giderdik.
Küpü gördüğümde doğru çocukluğuma gittim.
Ben de çocukluğumda bağa, tarlaya giderken küplerden çok su içmiştim.
![]() |
Hayrat su küpü |
Suyumuzu da içtikten sonra Olukbaşı köyüne doğru yol aldık. Burada Meryem Ana türbesi ile kıl çadır bezi dokumacılığı yapan yerleri gezecektik. Eski adı Biresse olan Olukbaşı köyü, Bozdoğan
yolundan bir miktar içerideydi.
![]() |
Akçay Olukbaşı Köprüsü |
Akçayı kesen demir bir
köprü üzerinden geçerek Olukbaşı köyüne vardık. Köy, yüksekçe bir tepeden biraz
daha aşağıda kurulmuştu. Dolayısıyla tepenin başına gelinceye kadar köyü
göremedik. Köyü gördüğümüzde ise karşılaştığımız manzara görülmeye değerdi.
Olukbaşı (Biresse) köyü |
Olukbaşı köyünde,
kahvede, hem biraz soluklanıp, hem de varlığından haberdar olduğumuz Meryem Ana
türbesini sorduk. Kahvede bizi misafir
eden köyün eski muhtarının türbe hakkında anlattıkları bize çok ilginç geldi.
Muhtar bey, bir ara türbenin etrafında çevre düzenlemesi yapmak
istediklerini, ancak türbede meftun Meryem Ana’nın, greyder operatörüne
türbenin penceresinden görünerek yapılan işlere karşı koyduğunu, operatörün bir
hışımla yanına gelerek “milyonlar verseniz de ben buraya bir daha elimi sürmem”
diye korkarak olayı anlattığını söyledi. Muhtar, operatörün anlattığına ilk
önce inanmamış ve kendisi bizzat türbenin yanına gitmiş. Muhtar da, Meryem Ana’nın
kendisine göründüğünü söyleyince biz de şaşkınlığımızdan neredeyse küçük
dilimizi yutacaktık.
![]() |
Meryemana Türbesi/Olukbaşı köyü |
Biraz daha kahvede oturduktan sonra muhtar yanımıza bir köylüyü rehber
olarak verdi. Önce türbeye, ardından
köyün en büyük geçim kaynağı olan kıl çadır bezi dokuma atölyelerinden birine
uğradık.
![]() |
Kıl çadır bezi dokuma/Olukbaşı köyü |
Olukbaşı’ndan Bozdoğan’a, Yazıkent isimli bir kasabadan geçen kestirme
bir yol daha vardı. Bozdoğan’a bu yoldan
gidecektik. Yazıkent’te, görmeye değer eski bir konağı da görüp,
fotoğrafladıktan sonra Bozdoğan’a geçmeye karar verdik. Akşama daha vardı. Yazıkent’e
uğrasak da Madran yaylasına hava kararmadan ulaşabilecektik.
Yazıkent’e Olukbaşından çıkan ara yoldan kısa sürede ulaştık. Konağın
yerini sorduk. Konak, belediye parkının hemen bitişiğinde, arkasındaydı.
Aracımızı belediye parkının kenarına park ettik. Parkı dolaşıp ara sokaktan az
ilerlediğimizde bizi konağın kapısı karşıladı.
Mehmet Özbay konağı, Nazilli Arpaz kalesi gibi tarihi ve mimari özelliği
olan bir konaktı. Konağın özel bir savunma kulesi, kuleyle günlük yaşam odaları
arasında gizli bir geçit vardı.
![]() |
Mehmet Özbay Konağı ve kulesi Yazıkent/Bozdoğan |
Konağın her tarafı dökülüyordu. Tam bir harabeye dönmüştü. Korka korka
avluyu ve hayatı* dolaştık, odaları gezdik. Her girdiğimiz odadan bir yarasa,
bizi hissedince bizi de korkutarak kaçıp uzaklaştı.
![]() |
Mehmet Özbay konağı içi (Hayat*) |
*hayat: İki katlı köy
evlerinin ve konakların üst kattaki odalarının önünde, üstü ve yanları kapalı
ancak önü açık, yazları yaşam alanı olarak kullanılan evin bir bölümü.
Yazıkent’te, belediye parkında birer çay içtikten sonra Bozdoğan’a
gitmek üzere yola çıktık. Kısa sürede Bozdoğan’a ulaştık. Çarşıda durup esnafın
birine Madran Korumaz Yaylasına nasıl gideceğimizi sorduk.
Neredeyse akşam oluyordu. Acele etmeli, hava kararmadan yaylaya
ulaşmalıydık.
MADRAN KORUMAZ YAYLASI
Korumaz yaylası, Madran dağının birkaç yaylasından biriydi ve biz
Madran yaylası derken aslında Korumaz yaylasından söz ediyorduk. Korumaz
Yaylası, Denizli’de hakimlik yapan bir arkadaşımızın köylülerinin yazın çıktığı
bir yaylaydı. Zamanımız uygun olursa yıllık izinde olan hakim beyle de
buluşacaktık. Ancak telefonla yaptığımız görüşmelerden bunun
gerçekleşmeyeceğini anladık.
Korumaz Yayla’sına yalnız çıkacaktık.
Bozdoğanlılar sıcakkanlı yardımsever insanlardı. Bize dillerinin
döndüğünce yolu tarif ettiler. Hatta biraz beklersek bizi yaylaya bile
götürebileceklerini söylediler. Biz kendilerine teşekkür ettik. O sırada eski
model (siz antika deyin) bir traktörün sahibini işaret ederek, bu kişinin de
yaylaya gideceğini, yolu ona da sorabileceğimiz söylediklerinde çok
sevinmiştik. Traktör sahibini bulduk. Yolu tarif etti, hatta o da biraz
beklersek beraber gidebileceğimiz bile söyledi. Biz ise tarif edilen yolu takip
ederek yaylaya ulaşabileceğimizi düşündük ve hava kararmadan yaylaya varıp
çadırımızı kurmak istedik.
Hemen bir marketten yiyecek içecek bir şeyler aldık. Kaldırımın bir
kenarında manavlık yapan sıcakkanlı bir hanımefendiden domates biber vs. ile
kamyonetin kasasında kavun satan birinden de orta boy bir kavun alarak
traktörcünün tarif ettiği yoldan yaylaya doğru yola çıktık. Akşam olmasına yarım saatten fazla vardı.
Traktörcü yarım saate kalmaz yaylaya varırsınız demişti. Biz de zamanımızın
yeteceğini düşünerek, kendimizden emin rahat bir şekilde tarif edilen yoldan
yaylaya doğru yola çıktık.
On dakika sonra şehir merkezinden ayrılmış, dağ yoluna girmiştik. Şehir ayaklarımızın altında kalmış, tek tük evlerin lambaları yanmaya başlamıştı. Karşımıza çıkan ilk yol ayrımında şaşırdık. Ne yöne gideceğimize karar veremedik. Allahtan çevredeki bir bağda, işlerini bitirmiş ve evlerine dönme hazırlığında olan birkaç kişiye rastladık ve yolu sorduk. Yine tarif edildiği şekilde yolumuza devam ettik.
KAYBOLDUK
Şehir artık görünmez olmuş; yol, bizi şehri göremeyeceğimiz bir noktaya götürmüştü. Bize yol tarif edenlerin referansları ile bizim aradığımız referanslar çok farklı olmalıydı ki, önümüze çıkan bir yol ayrımında yine şaşırmış kalmıştık. Epeyi beklememize rağmen yolu tarif edecek herhangi bir kimseye de rastlamadık.
Bu arada hava kararmış, arabamızın farlarının aydınlattığı ışıktan başka etrafta ışık da görünmüyordu. Elimizde GPS kayıtları da yoktu. Bu nedenle bulunduğumuz yeri de tahmin edemiyorduk. Biraz daha bekledikten sonra bize yol tarif edenlerin bilgilerini hatırlamaya çalışarak kafamıza yatan ilk yola girdik.
Etraf zifiri karanlık olmuş, köpeklerin ulumalarından başka ses duyulmuyordu.Yolda giderken arkamızdan bir motosikletli gelmeye başladı. Tam yol soracağımız bir adama rastladık derken, motosiklet sürücüsü korna çalmalarımıza aldırmadan düdüğünü birkaç kez öttürerek yanımızdan geçti gitti.Yapacak bir şey yoktu. Yolumuzun üzerine birisi çıkıncaya kadar ya da bir ışık görünceye kadar devam edecektik. Arabanın altına vuran taşların sesinden yolun da gittikçe bozulmaya başladığı anlaşılıyordu. Yaklaşık bir saat kadar bu şekilde yol aldıktan sonra karşımıza genişçe bir alan çıktı. Arabanın farlarının aydınlatmasıyla orman idaresinin yangın tehlikesine karşı yaptığı bir su havuzunu gördük. Su havuzunun etrafını dolaşarak bir tabela, bir yön levhası aradık ama bulamadık.
Ben yavaş yavaş korkmaya, panik olmaya başlamıştım. Arkadaşım ise gayet sakindi. O, “arabada her şey var, en kötü ihtimalle burada çadırımızı kurar,
yatarız” diyordu. Ben yine de bir ışık görebilir miyim, bir ses işitebilir
miyim diye etrafa bakmaya devam ediyordum.
Biraz dikkatli bakınca beş altı yüz metre ötede zayıf bir ışık gördüm.
Arkadaşıma gördüğüm ışığı gösterdim. Biraz moralimiz düzelir gibi oldu.
Aradığımız yaylaya gelmiş de olabilirdik.
Işık, yaylada konaklayanların çadırlarından geliyor olabilirdi.
Arkadaşımla birlikte sırayla ışığa doğru avazımızın çıktığı kadar
yüksek sesle bağırmaya başladık. Ancak sesimize cevap veren birkaç köpek
havlamasından başka bir ses yoktu. Ben, ışığa doğru biraz yürüyeceğimi
söyledim. Işığa doğru yürümeye başladığımda birden korkmaya başladım. Ya adam
silahlıysa, korkup ateş ederse, ya da köpekler saldırırsa ne yapacaktım.
Yanımda kendimi köpeklerin saldırısından koruyacak bir çakı bıçağı bile yoktu.
Hoş olsa da bunun köpeğe karşı bir etkisinin olmayacağı açıktı.
Ben avazım çıktığı kadar “kimse yok mu” diye bağırarak ışığa doğru
yaklaşmaya başladım. En büyük yoldaşım sesimdi. Hiç ara vermeden bağırıyordum.
Sonunda karşımdaki zayıf ışık biraz daha kuvvetlenir gibi oldu, şöyle bir
dalgalandı. Ben yine var kuvvetimle
bağırmaya başladım. Işığın olduğu yerden
ses gelmeye başladı, ancak sesin ne dediği anlaşılmıyordu. Muhtemelen
karşımdaki de beni anlamıyordu. Korka
korka biraz daha ışığa doğru yaklaştım. Karşımdaki ses bu sefer biraz daha iyi
duyuluyordu, ancak bana daha fazla yaklaşmamamı ikaz edince olduğum yerde
kalakaldım. Bulunduğum noktadan Madran Korumaz yaylasına gideceğimizi, yolu
kaybettiğimizi, bize yolu tarif etmesini zor da olsa anlatabildim.
Karşımdakinin de korktuğunu o zaman anladım.
Bütün ısrarlarıma rağmen bana doğru gelip yol tarif etmeye yanaşmadı.
Bana karşıdan yol tarif etmeye çalıştı. Ancak karşıdan yol tarifini anlamak
mümkün değildi. “Anlamıyorum, yanına
gelebilir miyim” dediğimde, her halde benim gerçekten yol sormak istediğime
ikna olmuş olacak ki yanına yaklaşmama razı oldu. Tarif ettiği üzere çitlerden
ve çağıllardan aşarak yanına vardım.
Çoban, elindeki zincirle köpeğini zor zapt ediyordu. Elindeki çifte av
tüfeğini de görünce ne kadar büyük bir risk aldığımı o an daha iyi anladım. Ben
yolumuzu kaybettiğimizi, Madran Korumaz yaylasına gideceğimizi, yolda yanımızdan geçen bir motosikletliyle
karşılaştığımızı, ancak onun da durmadan çekip gittiğini filan anlattım. Meğer
az önce bizim yanımızdan geçip giden motosikletli bu çobanmış. Bizi, bir
arkadaşlarına benzetmiş ve bizim kornamızı selamlaşma olarak algılayıp, o da
düdükle selam verip geçmiş gitmiş.
Ben sohbeti biran önce sona erdirip yolu öğrenmek için tekrar yaylaya
nasıl gideceğimizi sormak zorunda kaldım. Bana yolu tarif etti. Hem de birkaç
kere. Ancak ben, yolu, arkadaşıma da tarif etmesini istiyordum. Arkadaşımın dağcılık
deneyimi benden daha fazlaydı. Ancak çoban bu teklifimi hiç tereddüt etmeden
reddetti. Bunu doğrudan değil de “abi ben sürüyü bırakamam, kusura bakmayın,
tarif ettiğim yerden gidin siz, bulursunuz” diye geçiştirdi. Çobanın da hala
bizden korkmaya devam ettiğini anladım. Yapacak bir şey yoktu. Geldiğim yoldan
karanlığı yırtarak geri döndüm.
Arkadaşımı bıraktığım yerde, onu iki kişiyle konuşurken buldum. Aracımızın
yanında bir de minibüs vardı. Selam verip sohbete kulak kabarttığımda bu
kişilerin peynir ticareti yaptıklarını ve yaylalardan peynir süt, tereyağı
topladıklarını anladım. Az sonra peynirciler de basıp gitti. Yine yalnız kalmıştık. Onlardan da aldığımız
tarif üzerine gerisin geri bu yola saptığımız yol ayrımına geri döndük. Yol
ayrımına vardığımızda motosikletli yeni bir şahısla karşılaştık. Doğru yolda
olup olmadığımızı teyit etmek üzere ona da yolu soralım dedik ama
karşılaştığımız kişi sağır ve dilsizdi.
Cep telefonunun mesaj kısmına sorumuzu yazarak yolumuzu sorduk.
Allah’tan okuması yazması vardı. Bize el hareketleriyle yolu tarif etti. Ardından yere toprağa da bir kroki çizdi. Biz
teşekkür ettikten sonra tekrar yola koyulduk.
Cep telefonunun saati bu sırada dokuz otuzu gösteriyordu.
Yolumuzu kaybetmemiz, çobanın yanımızdan basıp gitmesi, karanlığa
kalmamız, sağır ve dilsiz biriyle karşılaşmamız… Bütün olumsuzluklar bizi
buluyordu. Moralimiz iyice bozulmuş vaziyette tarif edilen yolda ilerlemeye
başladık. Bir müddet gittikten sonra bize söylenmeyen bir kavşakla daha karşı
karşıya kaldığımızda üzerimizde bir belanın dolaşmakta olduğu kanısına vardık.
Yine ortada kalakalmıştık. Yapacak bir şey yoktu. Gideceğimiz yolu tamamen
tesadüfe bırakarak, deyim yerindeyse yazı tura atarak belirleyecektik. Rastgele
karar verdiğimiz yöne doğru ilerlemeye başladık. Karanlığı yararak, toprak orman
yolunda ilerliyorduk. Biraz daha gidince bizi tek tük ışıklar karşılamaya
başladı. Işıkları görünce biraz rahatladık.
Aracımızı bize en yakın ışığa doğru sürdük. Farların aydınlattığı yerde
bir çadır vardı. Işık bu çadırdan geliyordu.
Çadır sakinleri ile aramızda az önce çobanla yaşadığımız bir güven
problemi yaşayabiliriz diye düşünürken, çadırdan çıkan orta yaşlı bir beyefendi
bu endişemizi boşa çıkardı. Bütün samimiyeti ve sıcakkanlılığı ile bize hoş
geldiniz dedi. Ardından merakla kim
olduğumuzu, burada ne aradığımız filan sormaya başladığında, kendimizi, çadırda
onunla sohbet ederken bulduk.
Bizi karşılayan beyefendi, bizi çadırında misafir etmek istedi. Ancak
onun bu teklifini kabul etmedik. Kendisinden çadırlarımızı kurabileceğimiz bir
yer göstermesini rica ettik ve gösterdiği yere doğru aracımızı yanaştırarak
hemen çadırımızı kurmaya başladık.
İlk defa çadırda yatacaktım. İlk defa çadır kuruyordum. Arkadaşımı
taklit ederek ve onun da yardımıyla çadırımı kurdum. Çadırları kurunca
karnımızın da zil çaldığını fark ettik. Heyecandan, yolumuzu kaybetmiş olmanın
sıkıntısından karnımızın açlığını filan unutmuştuk. Arkadaşım hemen portatif ocağını,
tenceresini ve çaydanlığını çıkardı. Bozdoğan’dan aldığımız domates ve
yumurtalarla güzel bir menemen yaptık. Birkaç dakika içinde menemenin yerinde
yeller esiyordu. Tencereyi silip süpürmüştük. Karnımız doymuş, neşemiz yerine
gelmişti. Biraz keyif çatabilirdik. Ocakta hemen sıcak su yaparak hazır
kahvelerimizi de içtik. Arkadaşım hemen yatmak istedi. Ben böyle iyiyiz filan
dediysem de ertesi gün Madran Baba türbesine, zirveye çıkacağımızı söyleyince
ben de yatmak zorunda kaldım. Bana
verdiği uyku tulumunun içine girdiğimde kundaklanmış bebek gibiydim. Daha önce
hiç uyku tulumunda yatmamıştım. Bana çok ilginç ve rahatsız edici geldi. Hele
altımdaki küçük çakıl taşlarının vücuduma batacağını hiç tahmin etmemiştim.
Arkadaşım, “nasılsın rahat mısın” filan diye soruyordu. Ben de bütün
samimiyetimle, hiç de rahat olmadığımı söyledim. Nezaketen de olsa yalan
söylemenin alemi yoktu. Rahatsızdım. Bunu da dile getirdim. O da “daha bu bir
şey değil, çadırı kurduğumuz yer çok güzel, düz bir alan en azından” gibi bir
şeyler söyledi. Anlattığına göre daha kötü yerlerde çadırlarını kurup uyumak
zorunda kalmıştı.
Sağa sola dönerek uzun süre uyumaya çalıştım. Bir müddet sonra
uyumuşum. Sabah yaylanın serin havasıyla erkenden gözümü açtım. Uyku tulumunun
içinde şöyle bir kıpırdadığımda arkadaşımın “nasıl iyi uyudun mu” şeklindeki
seslenmesiyle iyice uyandım. Çadırın fermuarını aralayıp dışarı baktığımda
gördüğüm manzara harikaydı. Etraf çam ağaçlarıyla çevriliydi. Mis gibi yayla
havasının serinliğini içime derin derin çektim. Bizim gibi, yaylanın sakinleri
de uyanmış, çadırlarından çıkmıştı. Herkes elinde birer ibrik, tuvalet
ihtiyacını gidermeye çalışıyordu. Bazıları da kahvaltı için çaydanlıklarına su
doldurmak amacıyla meydandaki çeşmenin başına gelmişti.
Korumaz Yaylası/Madran dağı/Bozdoğan |
Biz de tuvalete gidecektik, ancak her ailenin kendisine ait bezlerle
etrafını örterek yaptığı derme çatma bir tuvaleti vardı. Dolayısıyla bizim
tuvalet ihtiyacı kursağımızda kaldı. Tuvaletimizi tutarak hemen zirveye Madran
Baba türbesine gitmek üzere toparlandık.
Çadır komşularımızdan türbeye giden yolu sorduk. Bu sefer yolumuzu
kaybetmemek için yolu tekrar tekrar sorduk, ayrıntılı olarak öğrendik.
Zirveye doğru yola çıktığımızda güneş etrafı yeni yeni ısıtmaya
başlıyordu.
Zirve yolu ormanın içinden yükseliyordu. Çam ağaçlarının içinden,
orman idaresinin açtığı yoldan ilerliyorduk. Yol çok tozluydu. Adeta tozun
içinde gidiyorduk. Öyle ki aracın tekerlekleri toza batıyor, patinaj yapıyor,
ilerlemiyordu. Böyle anlarda geri geri gidiyor, duruyor ve yeniden aracı belli
bir hıza ulaştırıp kaptırarak tekrar deniyorduk. Belli bir yüksekliğe çıkınca
çam popülasyonu ve tozlu yol bitmiş, ağaçsız, taşlık ve kayalık bir yol
başlamıştı. Aracın altını birkaç kere kaya çıkıntılarına vurduk. Aracın altına
vuran taşların çıkardığı her sesle birlikte “hay Allah” diyor, aracın zarar
görmesinden duyduğumuz üzüntüyü dile getiriyorduk. Aracımız bir “offroad” aracı
gibi, taşların ve kayaların üzerinden hoplaya zıplaya gidiyordu. Sonunda zirveye
ulaşmıştık ama içimiz de dışımıza çıkmıştı. Zirveye ulaştığımızda Madran Baba
türbesini ve türbenin etrafında geniş bir alanda toplanmış insanları gördük.
Tandır ve adaklıklar/Madran dağı Zirvesi/Bozdoğan |
Madran Baba Türbesi/Madran Dağı zirvesi/Bozdoğan |
Madran baba türbesinin olduğu alan genişçe bir düzlüktü. Bu düzlükte
rüzgarın etkisiyle bazı kayalar yontulmuş ve peri bacaları gibi bir görünüme
bürünmüştü. İlginç olan bu yontulmuş kayaların etrafına insanların yaptıkları
taş yığınlarıydı. Taş yığınlarını, dileklerinin yerine getirilmesi amacıyla insanlar
yapıyordu. Biz de bu taşları üst üste yığarak dileklerimizin yerine gelmesi
için Tanrıya dua ettik.
Dilek taşları/Madran Dağı Zirvesi/Bozdoğan |
Madran Baba türbesinde, aileler türbeye adadıkları adakları yerine
getirmeye çalışıyordu. Tandırlar yakılmış, közlenmeye bırakılmıştı. Bir yandan
da kesilen adaklıklar çengellere geçirilmiş, dinlenmeye alınmıştı. Biraz sonra kesilip
dinlendirilmiş kuzular teker teker tandırlara bırakılacak ve bir kaç saat sonra
iyice kızarmış bir şekilde sofralara getirilip hep birlikte paylaşılıp
yenilecekti. Ne yazık ki biz etlerin pişmesini bekleyemedik. Vaktimiz
kısıtlıydı. Bozdoğan’a geri dönecektik. Bir gün önce geç kaldığımız için şehir içinde
gezip dolaşamamıştık. Kentte görülecek
ve fotoğrafı çekilecek bir sürü yer vardı. Ardından Kavaklıdere’ye (Muğla)
uğrayacak, Kavaklıdere’nin ünlü bakır işlerini görecek ve Menteşe kasabasında bulunan Yerküpe mağarası ile ünlü mesireliği gezecektik.
Zirveden inişimiz de çıktığımız gibi zor oldu. Çadırımızı kurduğumuz
alana geri döndük. Orada, akşam bizi misafir eden güzel insanlara hoşça kalın
dedikten sonra geldiğimiz yoldan Bozdoğan’a geri döndük.
Yolda Bozdoğan’ın kente yakın yayla evlerini gündüz gözüyle yeniden
gördüğümüzde doğanın güzelliği karşısında şaşırdık.
Bozdoğan Yaylası |
Bozdoğan’dan, Evliya Çelebi seyahatnamesinde "BAZARYERİ" ismiyle Aydın'ın
kazalarından biri olarak söz edildiğini öğrendim.
![]() |
Bozdoğan |
![]() |
Bozdoğan |
![]() |
Eski bir Rum evi/Bozdoğan |
İlçeyi gezdiğimizde bazı sokaklarda eski yerleşim yerlerinin
korunduğunu sevinerek izledik. Ancak mimari yapısından Rumlara ait olduğu
anlaşılan bazı evler bakımsızlıktan neredeyse harabe haline dönmüştü.
![]() |
Eski bir Rum evi/Bozdoğan |
Bozdoğan, Madran dağından çıkan kaynak suyuyla da ünlüydü. Ayrıca Karacasu ve Yenipazar ile aralarında büyük
bir rekabet olsa da Bozdoğan’ın pidesi de çok meşhurdu. Hatta Bozdoğan’a gidip
de pide yemeden dönmek (bizim gibi) Bozdoğanlılar nezdinde affedilmeyecek bir
eksiklikti. (Not: Biz Karacasu’yu tercih ettik.)
![]() |
Bozdoğan |
İlçede sevinerek gördüğümüz yerlerden biri de bir semerci dükkanıydı.
Semercilik, yüklerin hayvanlarla taşındığı dönemlerde önemli bir zanaat
dalıydı. Şimdi otomobil ve kamyonların çıkmasıyla birlikte semercilik de yok
olmaya doğru giden bir uğraşı olmuştu.
![]() |
Semerci dükkanı/Bozdoğan |
MENTEŞE/KAVAKLIDERE
Bozdoğan’da göreceğimizi görmüş, ilginç bulduğumuz yerlerin
fotoğraflarını çekmiştik. Bozdoğandan
sonra Muğla’ya bağlı Kavaklıdere ilçesine ve oraya yakın bir kasaba olan
Menteşe kasabasına gidecek, kasabada
bulunan Yerküpe mağarasını gezecektik.
![]() |
Menteşe Kasabası |
Menteşe kasabası Kavaklıdere’ye bağlı şirin bir kasabaydı. (Menteşe
kasabası, Muğla kent merkezindeki merkez ilçenin adı olan Menteşe ilçesi ile
karıştırılmamalıdır. )
![]() |
Yollar kesinlikle ayrı/Menteşe |
Menteşe’ye vardığımızda bizi yukarıda gördüğünüz şirin bir yön
tabelası karşıladı. Yön tabelasının
verdiği mesajın herkese ulaşması için fotoğrafladım.
![]() |
Yerküpe Mağarası/Menteşe |
Yerküpe mağarası, Menteşe belediyesinin çalışmaları sonucu ziyarete
açılmış. Mağaranın girişi ve çıkışı arasında yaklaşık 100 m. bir mesafesi vardı
ve sarkıt ve dikitlerden oluşmaktaydı.
![]() |
Yerküpe Mağarası/Menteşe |
![]() |
Yerküpe Mağarası/Menteşe |
Yerküpe mağarasının hemen üzerinde bulunan düzlük alan, piknik ve
güreş alanı olarak düzenlenmiş. Her yıl haziran ayı sonunda burada yağlı güreş
festivali düzenlendiğini öğrendik. O gün çevreden gelen çok sayıda ziyaretçi
asırlık çınar ağaçlarının dibinde piknik yapıyordu.
![]() |
Yerküpe Yaylası/Menteşe |
Biz de hem mağarayı gezdik hem de asırlık çınar ağaçlarının gölgesinde
biraz dinlendikten sonra Kavaklıdere’ye gitmek üzere yola çıktık.
![]() |
Bakır İşlemeciliği/Kavaklıdere |
![]() |
Bakırcı ustası(Kavaklıdere |
Ne yazık ki bakır işlemenin de her zanaat dalında olduğu gibi
fabrikalaştığı bir çağda bu işten kazanılan parayla ev geçindirmenin gittikçe
zorlaştığını bu nedenle mesleğe olan ilginin azaldığını söylediler. Mesleği
sürdüren birkaç usta, meslekte yeni usta yetişmediğini üzülerek ifade etti.
Kavaklıdere’den sonra ilçeye yakın Gökçukur yaylasına gitmeyi planlamışsak
da buna vaktimizin kalmadığını anladık. Bozdoğan üzerinden Nazilli’ye giderek
oradan da Denizli’ye geri dönmeye karar verdik.
Ancak yolda sürprizlere her zaman hazırlıklı olmak gerekiyordu. Cinsel sağlık konusunda bir fenomen olan Dr. Haydar
Dümen’i çağrıştıran Haydere ve Dümen köylerinin tabelalarını görünce sizleri de
biraz gülümsetmek amacıyla tabelaları fotoğrafladım.
![]() |
İnsan yolda ne ile karşılaşacağını bilemiyor! |
Haydare ve Dümen’den sonra Bozdoğan’a yaklaştığımızda bizi fıstık
çamları karşıladı. Akşam gün batımında fıstık çamlarının dallarının arasından
süzülen güneş ışıklarının oluşturduğu muhteşem manzarayı da kaçırmak istemedik.
![]() |
Fıstık çamları |
![]() |
Bozdoğan'a son bir bakış |
Güneşin batmasına az bir zaman kala Bozdoğan’ı arkamızda bırakmış, Nazilli’ye
doğru yola çıkmıştık. Gezi programımız
bitmiş, Denizli’ye dönme zamanı gelmişti.
Nazilli’ye ulaşıp, yönümüzü Denizli’ye çevirdiğimizde sanki
otomobilimiz de Denizli’ye döneceğimizi anlamış olmalı ki hiç itiraz
etmedi. Direksiyonu bile çevirmemize
gerek bırakmadan bizi Denizli’ye ulaştırdı. Yorulmuş muyduk? Bunun cevabı kesinlikle hayırdı.
Yeni gezilere yeni yürüyüşlere yelken açmak hayaliyle evimizin sıcak
atmosferi içinde kendimizi gecenin sahibine bıraktık.
Yeni bir gezi yazısında buluşmak ümidiyle
HOŞÇA KALIN