18 Ağustos 2019 Pazar


PARA,  PARA,  PARA

PARA DEDİKLERİ NEDİR?
Para, en basit ifadeyle emeğin, üretimin değişim aracıdır. Örneğin ben ekmek ürettim, sen de ayakkabı yaptın. Ben sana ekmek, sen de bana ayakkabı verdiğinde ürettiğimiz şeyleri değiştirmiş oluyoruz. Yani takas yapıyoruz. Ancak sorun burada ortaya çıkmaktadır. Ne kadar ekmeğe bir ayakkabıyı değiştireceğiz, takas edeceğiz. Birebir mi? Yoksa bire on mu, yüz mü?  Bu oranı piyasada arz talep dengesi belirlerse de ayakkabı üreticisinin ürettiği bir çift ayakkabıyı bir ekmekle birebir değiştirmeyeceğini herkes bilir. Dolayısıyla ayakkabıcı, fırıncıdan birden fazla ekmek talep eder. Örneğin fırıncının bir ayakkabı için her biri 350 gram olan 100 ekmek verip 1 çift ayakkabı aldığını düşünelim.  Şimdi fırıncının bir ayakkabısı, ayakkabıcının ise 100 ekmeği oldu. Ayakkabıcı, bu ekmeklerin bir kısmını işçisine, bir kısmını da ayakkabı malzemesi satın aldığı diğer üreticilere dağıtacak ve geri kalanını da kendisi tüketecektir. Tüketemediği miktar olursa bunu da biriktirecektir.
Ancak burada da bir sorun baş göstermektedir. Bilindiği gibi ekmeğin muhafazası kısıtlıdır.  Birkaç gün sonra ekmeğin bozulduğunu hepimiz biliriz. Dolayısıyla ayakkabı üreticisi fırıncıya sen bana ekmek verme, ekmeğin yerine her bir ekmek için bir fiş ver,  örneğin ayakkabı için 100 ekmek yerine yüz fiş ver, ben o fişlerle ihtiyacım olduğunda senden ekmek alayım. İhtiyacımdan artan fişleri ileride senden ekmek almak için kullanayım, hatta ben bu fişleri senden ekmek almak isteyen benim mal aldığım kişilere de verebileyim dediğinde iki kişi kendi arasında para meydana getirmiş olur. Dikkat ederseniz bu fişler biriktirilebiliyor ve başka kişilere de her biri 350 gram olan ekmek alabilmeleri için devredilebiliyor. İşte paranın üç özelliği yani değişim, biriktirilebilme (tasarruf) ve dolaşım özellikleri böylece ortaya çıkmış oldu.
Paranın bunlardan başka bir belki de en önemli özelliği standart bir değer ifade etmesidir.  Yukarıda ekmek ve fiş örneğimize dönecek olursak bir fişin 350 gramlık bir ekmek değerinde olduğunu anlarız. 350 gramlık bir ekmekle ne alınabiliyorsa artık bu fişle de aynı şeyleri aynı miktarda alabiliriz.
Para aynı zamanda bir borçlanma aracıdır. Borç, ileride üreteceğimiz mallara karşılık şimdi tüketeceğimiz mal ve hizmetleri satın almakta kullanacağımız paradır. Ayakkabıcı, fırıncı ve fiş örneğinden yola çıkacak olursa fırıncı, verdiği her bir fiş için ayakkabıcıya 350 gramlık bir ekmek borçlanmış olur.
PARANIN TARİHİ:
Tarihin ilk dönemlerinde bu fişin yerine değerli taş, deri ve maden parçaları kullanıldı. Bu madenlerin başında altın ve gümüş gelmektedir. Belli bir ağırlıktaki altın ve gümüş parçaları uzun süre para yerine kullanıldı. Devletlerin ortaya çıkmasıyla dolaşımdaki altın ve gümüş parçalarına bir standart getirilerek devletler de altından ve gümüşten para bastı. Devletler kendi ihtiyaçlarını bastığı bu paralarla karşılamaya başladı.  Tarihte ilk defa Lidyalılar bugünkü anlamda altından ve gümüşten para bastı. Uzun süre hem Lidya parası hem de maden parçacıkları kullanılmaya devam etti. Devletler zaman içinde piyasada dolaşımda bulunan maden parçalarını kendi bastığı altın, gümüş, bakır, nikel vs gibi değişik değerlerdeki paralar ile değiştirdi.  Daha önce kullanılan maden parçaları ise para ile alınıp satılan bir mal haline geldi.
TC Merkez Bankası da Osmanlı döneminde kullanılan altın, gümüş paralar ile kağıt paraları zaman içinde kendi bastığı paralar ile değiştirerek günümüzde kullanılan madeni ve kağıt paralara çevirdi. İlk zamanlar kağıt paralar altın karşılığı olarak basıldı. Daha sonra ise bu usulden vazgeçilerek kağıt paralar, üzerlerine sanal bir değer atfedilerek piyasaya sürüldü. Devlet “devlet olmanın verdiği güçle” sanal değerler vererek piyasaya sürdüğü paraların dolaşımını ve geçerliliğini garanti etti. Günümüzde ülkemizde olduğu gibi çoğu devlette bu garanti ile kağıt paralar sorunsuz olarak paradan beklenen her türlü özelliği taşıyarak işlevini yerine getirmektedir. (Kağıt paraların üzerinde yazılı sanal değere literatürde “itibari değer” denmekte olduğunu da bir bilgi olarak belirtelim.)
Devlet para bastığında bastığı paranın üzerine bir değer/miktar ifade eden bir sayı koyar. Örneğin bir lira, 10 lira, 100 lira vs. gibi. Bu değerler ile ülkenin her tarafında bu değere atfedilen herhangi bir mal ve hizmet satın alınabilir. Burada paranın bir başka özelliği daha ortaya çıkmaktadır. Bu da ülke içinde herkes tarafından kabul edilebilirlik özelliğidir.
Yukarıda kısa açıklamamızdan da anlaşılacağı gibi para bir mal ve hizmetin karşılığı olup o mal ve hizmetin değerini ifade etmektedir.
Mal ve hizmet dedik, para bunların karşılığı ve değerini ifade etmektedir dedik. Buradan yola çıkarak paranın, üretimin yani emeğin bir karşılığı olduğunu söyleyebiliriz.
PARA POLİTİKASI:
Devletler vatandaşlarının refah ve güvenlik içinde yaşamaları için vardır. Vatandaşların refah içinde yaşamaları için gerekli tedbirleri almak, olanakları sağlamak devletin görevleri arasındadır. Devlet ve yöneticiler bu görevini merkez bankası, maliye, vergi, hazine gibi kurumlar başta olmak üzere devletin idare organları eliyle yürütür. Merkez bankaları piyasada dolaşımdaki para miktarını kontrol ederek piyasanın sorunsuz işlemesine büyük oranda katkıda bulunur. 
Piyasadaki para miktarı, teknik deyimle emisyon ne kadar olmalıdır. Bunun cevabını yukarıdaki açıklamalarımızdan sonra kolaylıkla verebiliriz ve bu miktar, ülkede üretilen mal ve hizmetlerin değişimini sorunsuz yapabilecek kadar olmalıdır diye cevaplayabiliriz. İşte merkez bankaları bu miktarları belirleyerek zaman zaman emisyonu azaltıp zaman zaman da artırarak bu işlevin yerine gelmesini sağlamaktadırlar.
Az önce ifade edilen emisyon miktarı, teoride bir denge unsuru olarak olması gereken gibi görünebilir. Ancak devleti idare eden yöneticiler değişik siyasi düşüncelerle idareleri altındaki kurumlarla ekonomiye müdahale ederler. Örneğin kısa zaman içinde çok büyük oranda yol, köprü, konut gibi sabit inşaat yatırımları yaparlar ve bunların finansmanı için hazineyi borçlandırırlar. Borç ile yapılan yatırımlar için alınan hammadde ve ara malı ile işçilik ücretleri ödenir. Bu piyasada bir canlanma yaratır. Piyasada para bollaşır. İnsanların alım güçleri artar. İnsanların alım güçlerinin artmasına karşı yapılan yatırım üretime değil de inşaata harcandığı için insanların ihtiyaçlarını karşılayacak üretim artmaz. Üretimin (arzın) az, alım gücünün (talebin) çok olduğu bir pazarda fiyatlar artar, enflasyon (talep enflasyonu)  oluşur.
İşte merkez bankaları bu anda devreye girerek piyasadaki emisyonu azaltır. Emisyon yani dolaşımdaki para miktarı azalınca insanların harcamaları da azalır ve enflasyon düşer. (Merkez bankasının bu işlevini nasıl yaptığı ayrı bir konudur ve konumuz dışındadır. )
PARA NEREDE:
Bazen piyasada paranın dönmediğinden söz edilir. Yaprak kıpırdamıyor denir. Bu, kriz dönemlerinde olur. Bunun nedenini yukarıdaki açıklamalardan sonra kolaylıkla açıklayabiliriz. Yukarıda paranın, bir mal ve hizmetin yani emeğin karşılığı olduğunu ve onu temsil ettiğini söylemiştik. Piyasada paranın dönmemesinin temelinde o ülkede ihtiyaçlara yetecek miktarda mal ve hizmet üretiminin olmaması yatar.  Bazen ülkede her şey güllük gülistanlık gibi görünür. Refah artar. İnsanlar ev, otomobil sahibi olur, havaalanları, yollar, köprüler, hastaneler yapılır. Ancak bunlar yukarıda açıklandığı gibi ülke kaynaklarıyla değil de dış kaynak yani dövizle borçlanarak yapılırsa bu borç bir süre sonra ülkede krize neden olur. Döviz fiyatları artar, döviz fiyatlarının artması enflasyona neden olur, enflasyonu dizginlemek için faizler artırılır, faizlerin artması üretimin azalmasına, üretimin azalması işsizliğe neden olur. Üretim azaldığı dolayısıyla mal ve hizmetler pahalandığı için insanlar zorunlu ihtiyaçlarının dışında para harcamaz. Bir süre sonra deyim yerindeyse alışverişler bıçak gibi kesilir.
İdareciler, bu aşamada merkez bankasından faizleri düşürmesini, insanların tasarruf etmeyip gerekirse düşük faizle borçlanarak da harcama yapmasını ve piyasanın canlanmasını isterler. Ancak bu doğru bir yaklaşım değildir. Borçlanma ileride yapılacak üretimin karşılığı daha doğrusu üretmeden tüketmeye yarayan paradır. Bu yaklaşımın sonucunda talep enflasyonu ve döviz fiyatları artar. Enflasyon beklentisi ve döviz fiyatlarındaki artış enflasyonun yeniden artmasına neden olur. Bu da yeniden faizlerin artırılmasına neden olur. Bu sarmal bir süre devam eder.
ÇÖZÜM:
Çözüm, faizleri artırarak piyasadaki harcanabilir parayı yani talebi azaltmaktan geçer. Faizlerin artırılması, tasarrufların artmasını ve yeni borçlanma imkanlarını da beraberinde getirir. Döviz fiyatlarını aşağı çeker. Ancak yapılan tasarruflar ve alınan yeni borçların -inşaat gibi katma değer oluşturmayan yatırımlara ve tüketime değil- katma değer yaratan üretime yönelik yatırımlara aktarılması gerekir. Bu sayede üretim artar, üretimin (arzın) artmasıyla birlikte enflasyon dolayısıyla faizler düşmeye başlar ve piyasa yeni bir dengeye oturur.
Üretimin artması demek daha çok para demektir. Piyasada paranın dönmesi, alışverişlerin artması için  öncelikle katma değer yaratan üretimin artması gerektiği çok açıktır.
Sonuç olarak bir ülkenin kalkınması, vatandaşlarının refahı daha çok üretmekten geçmektedir.

7 Ağustos 2019 Çarşamba

ENFLASYON


ENFLASYON
Sayın Erkin Şahinöz’ün Kripto Arena’da yazdığı “Enflasyon ve Risk, Sebep; Faiz Sonuçtur” isimli yazısından faydalanarak yazdığım önceki makalemde  ben de özet olarak “Enflasyon sebep, faiz sonuçtur”  demiş ve Merkez bankalarına emir/talimat vererek faizin düşmeyeceğini belirtmiştim. Bu makalemde faizi belirleyen ana unsurlardan enflasyonun nasıl oluştuğunu anlatmaya çalışacağım.

FİYAT:
Enflasyonu açıklamadan önce bazı kavramları kısaca açıklamak gerekir ki enflasyonu daha iyi anlayabilelim. Bu kavramlardan birisi “FİYAT” dır. Fiyat pazarda oluşur.

PAZAR/PİYASA:
Alıcı ve satıcıların alışveriş yapmak amacıyla (karşılıklı) bir arada olduğu ortamlara  pazar diyoruz.  Pazarların piyasa, market, borsa, sebze meyve hali gibi  isimlerle anıldığını da belirtelim.  Mal pazarı/piyasaları olduğu gibi hizmet piyasaları da vardır.   Hizmet sektörü çok çeşitli olmasına rağmen temelde insan hizmetine (emeğine) dayanır. Bu nedenle emek piyasasına eskiden  “amele pazarı” denirdi. Şimdi “işgücü (emek) piyasası” deniyor.

ALICI-SATICI:
Hangi pazar olursa olsun ister küçük bir bakkal dükkanında, isterse uluslararası ölçekte sanal bir döviz piyasasında olsun iki tür insan vardır. Alıcılar ve satıcılar. Semt pazarında da domates satan manav  “satıcı”;  domates almak isteyenler de “alıcı”dır. Hepimiz zaman zaman bazen satıcı, bazen de alıcı oluruz.  Örneğin semt pazarında “alıcı” olan işçiler, işgücü piyasasında “satıcı”dır.

ARZ/TALEP:
Piyasalarda satıcılar tarafından pazara getirilen/sunulan mal ve hizmetlerin toplamına “arz”, bu mal ve hizmetleri satın almak isteyen alıcıların toplamına da “talep” diyoruz. Örneğin bir semt pazarındaki manavların tümünün o gün pazara getirdikleri domateslerin toplamına “domates arzı”; domates müşterilerinin almak istediği toplam domates miktarına da “talep” diyoruz. 

FİYAT NASIL OLUŞYOR:
Yine domates örneğinden devam edelim. Bildiğiniz gibi pazarlarda domatesin manavlar tarafından belirlenip etiketlenen bir fiyatı vardır. Manav bu etiketi koymakla “ben bu fiyattan isteyen müşteriye domates satarım” demektedir.
Manavın  etiketlediği fiyattan o mala müşteri çıkabilir de çıkmayabilir de. Bu, o gün pazardaki domates miktarına  (arz) ve  müşterilerin  istek miktarına (talep)  bağlı olarak değişir.  Pazarlıklar sonucu öyle bir an gelir ki manavın  satmaya, müşterinin de almaya razı olduğu bir fiyat oluşur ve alış veriş başlar. İşte alışverişin  gerçekleştiği anda oluşan değer o malın fiyatını oluşturur. (Bu bazen etiket fiyatı ya da daha aşağısı olabilir)

ENFLASYON:
Gelelim makalemizin konusu olan enflasyona. Enflasyona kısaca iki tarih arasındaki mal ve hizmetlerin fiyatındaki artış diyebiliriz.  Genellikle aylık ve yıllık olarak ölçülür ve yüzde (%) olarak değerlendirilir. Örneğin 2018   yılında yıllık enflasyon TÜİK’e göre %20,30  olarak gerçekleşmiştir. Bu,  1 Ocak 2018 tarihinde 100 TL. olan bir malın fiyatının yıl sonunda 120,30 TL’ye çıkmasını ifade etmektedir.
  
FİYATLAR NEDEN ARTAR (YA DA AZALIR):
Fiyatların arz ve talebe bağlı olarak piyasalarda oluştuğunu ve arzın  talepten fazla olması halinde fiyatın düştüğünü;  az olması halinde ise fiyatların arttığını gördük.  Yani  fiyatın artması için üretimin (mal arzının) azalması/sabit kalması ya da talebin artması gereklidir.

ENFLASYON ÇEŞİTLERİ:
Fiyatlar temelde arz talep dengesine bağlı olarak aynı mantıkla artar (azalır.) Burada fiyatların azalmasına değil artmasına “enflasyon” dediğimizi hatırlatayım. Ancak biz bu artışın arz yönündeki artmasına “maliyet enflasyonu”; talep yönündeki artmasına ise “talep enflasyonu” diyoruz.

MALİYET ENFLASYONU:
Tüketicilerin sayı ve alım güçlerinin aynı kaldığı bir zaman diliminde üretimin azalmasının en önemli nedeni o malın üretilmesinde kullanılan üretim araçlarının (girdi) fiyatlarında oluşan artıştır. Örneğin dövizdeki her artış petrolün dolayısıyla petrol türevlerinin ve enerji/nakliye ücretlerinden oluşan girdilerin fiyatlarını artıracaktır. Girdi fiyatlarının artmasından kaynaklı fiyat artışlarına maliyet (üretici) enflasyonu diyoruz. Maliyetlerin piyasa fiyatlarına ulaştığı ya da üzerine çıktığını gören üreticiler kar edemeyeceklerini düşündükleri için o malı üretmekten vazgeçerler.  Dolayısıyla piyasaya daha az mal girer ve pazarda fiyat yükselir. Sonuçta üretici enflasyonu  ve dolayısıyla tüketici enflasyonu artmış olur.

TALEP ENFLASYONU:
Aynı şekilde üretimin miktar ve maliyetinin aynı kaldığı ve bir zaman diliminde tüketicilerin sayısında ve alım güçlerinde  bir artış meydana gelirse örneğin tüketicilerin gelirlerinin artması  ve bunu harcamaya yöneltmesi halinde talep artacağı için mal ve hizmetlerin de fiyatı artacaktır. Biz buna talep (tüketici) enflasyonu diyoruz. Faiz oranlarındaki ve döviz fiyatlarındaki düşüklük de tüketicilerin alım güçlerini dolayısıyla enflasyonu artırdığından az önce söz ettik.

FİYATIN DENGELENMESİ:
Fiyat  üreticilerin üretim araçlarındaki olanaklarına ve tüketicilerin elde ettikleri gelirlere bağlı olarak bir noktada dengelenir. Eğer bir mala talep fazla ise üreticiler hemen harekete geçerek o malı üretmeye başlayacaklardır. Bu üretim, talebi karşılayıncaya kadar devam edecek ve talep başa baş  noktada karşılandığında (denge noktası) üretici daha fazla mal üretmeyecektir.
Tabi ki serbest bir piyasada işler hep böyle gitmez. İşin içine beklentiler ve daha bir sürü unsur girer ve hem üreticilerin hem de tüketicilerin üretme/tüketme yönündeki kararlarını etkiler.

FİYATIN OLUŞUMUNA ETKİ EDEN ÜÇ ÖNEMLİ UNSUR:
ENFLASYON- FAİZ VE DÖVİZ

ENFLASYONUN ENFLASYONA ETKİSİ  (YAPIŞIKLIK ETKİSİ)
En önemli kısma geldik.  Önce enflasyonla başlayalım.  Üreticiler  ürettikleri mallara gelecek yılda ne kadar enflasyon beklentisi varsa o oranda zam yaparlar. İşin talep yönündeki alıcılarda da ileride fiyatların artacağı beklentisi varsa ileride  tüketecekleri mal ve hizmetleri bugünden almaya yönelirler. Bu zamlar (fiyat artışları-enflasyon), maliyetle ya da güncel taleple ilgili değil, beklentiyle ilgilidir. Biz buna “enflasyonun yapışıklığı” (deyim Ege Cansen’e aittir.) adını veriyoruz.  Yani her türlü enflasyon beklentisi yeni enflasyonlara yol açar.


FAİZ:
Paranın (sermayenin) fiyatıdır. Para piyasalarında oluşur. Önceki makalede faizin enflasyona bağlı olarak değiştiğini yani faizi belirleyen ana unsurlardan birinin enflasyon olduğunu belirtmiştik. Bazı ayrık hallerde ve geçici olarak faizler de enflasyonun artmasına ve azalmasına dolaylı olarak etki ederler. Faizler yüksek iken yatırımlar göreceli olarak durur. İnsanlar tasarruflarını tüketime yöneltmek yerine bankalara (faize) yöneltirler. Yani para harcamaktan kaçınırlar. Öte taraftan yüksek kredi maliyetleri yatırımları (arz) azaltır. Bu durumda enflasyon özellikle otomobil ve konut gibi  mallara talebi düşüreceğinden bu tür mallarda göreceli olarak fiyatlar düşer;  zorunlu tüketim mallarında ise artma eğilimi gösterir. Günümüzde konut fiyatlarındaki düşüşe rağmen gıda fiyatlarındaki artış bunun en açık örneğidir. Düşük faizlerde ise tüketiciler ve üreticiler kredi desteği ile üretim ve  tüketimlerini artırırlar. Üretimin artması birlikte büyümeyi getirir. Ancak burada düşük faiz ile alınan kredilerin nereye harcandığı önem arzetmektedir.  Eğer kaynaklar üretime değil de yol, köprü, konut gibi katma değer yaratmayan sektörlere ve tüketime harcanırsa bir müddet sonra alınan krediler çevrilemez olur. Yine bizim gibi tasarruf fakiri olan ve kredi için dış kaynağa yani dövize ihtiyacı olan ülkelerde bir süre sonra döviz fiyatları da artmaya başlar. Döviz fiyatlarındaki artış ise aşağıda açıkladığımız gibi enflasyonun doğrudan artmasına sebep olur.

DÖVİZİN ENFLAYONA ETKİSİ İSE DOĞRUDANDIR:
Üretim ve tüketim dış kaynakla yani dövizle yapılıyorsa, bir başka anlatımla ülkenin iç tasarrufları üretim ve tüketimi karşılamıyor, bu açık dış kaynak (döviz)  kullanılarak kapatılıyorsa bir müddet sonra ülkenin döviz girdisi dışarıda alınan malların karşılığını ve borçlarını ödeyemez olur. Hele bir de alınan dış borçlar özellikle döviz kazandırıcı üretime değil de tüketime ve otomobil, yol, köprü konut gibi mallara yatırılıyorsa döviz fiyatlarında  artış  kaçınılmaz olur. Döviz fiyatlarındaki artış ise bir süre sonra hem üretici hem de tüketici fiyatlarının artmasına neden olur.
Döviz bildiğiniz gibi yabancı ülke parasına verilen addır. Dünyada uluslar arası ticarette geçerli genel kabul gören döviz ise ABD dolarıdır. Dövizin fiyatı da her mal ve değerin fiyatı gibi piyasada (döviz piyasasında) belirlenir. Özet olarak dışarıya sattığınız mal, dışarıdan satın aldığınızdan az ise döviz fiyatları artacaktır. Ayrıca alınan nakit (borçların) miktarındaki artış da  döviz fiyatlarını artıracaktır. Döviz fiyatlarının artması dövizle dışarıda satın aldığımız özellikle petrol ve türevleri ile nakliye ücretlerini artıracak ve bu üretici ve tüketici fiyatlarına yansıyacaktır.

SONUÇ:
Bugünkü iktidarın yapmak istediği faizleri düşük tutarak büyümeyi sağlamaktır. Ancak bu, kredi kaynaklarının büyüklüğü ve faizler ile doğrudan ilgilidir. Kredi kaynakları diğer bütün kaynaklarda olduğu gibi sınırsız değildir. Hele büyüme dış kaynağa bağlı yapıldığında bir süre sonra tıkanır. Geçmişte yani AKP iktidarının ilk yıllarında gelişmiş ülkelerde yaşanan finans krizi sonucu faizlerdeki düşüş, bu ülkelerdeki tasarrufları, daha yüksek faiz veren bizim gibi gelişmekte olan ülkelere kaydırdı. Ayrıca o dönemde AKP,  Avrupa Birliği üyeliği gibi yüksek demokrasi standartlarına ulaşmak için iç ve dış kamuoyuna güven vermiş ve bunun sonucu dış kaynaklı PARA BOLLUĞU yaşanmıştı. Ancak bugün AKP iktidarının geldiği siyasi noktada yabancı kaynaklara ulaşma eskisi gibi mümkün  değildir. Dolayısıyla geçmişte yaşanan para bolluğu ve iktidara güven kaybolmuştur. Bugün gelinen krizin sebebi de budur. İktidar faizleri indirmekle yeniden büyümeyi ve refahı artırabileceğini sanmaktadır. Ancak bu sadece faizleri indirmekle mümkün olmayacaktır. Yani emirle faizler indirilmekle ne faizler ne de enflasyon iner. Ne zaman güven ve istikrar sağlanır,  buna bağlı olarak  iç tasarruflar artar, dış kaynak bulunur işte o zaman üretim artarak enflasyon ve dolayısıyla faizler de  düşer. 

ENFLASYON VE RİSK, SEBEP; FAİZ SONUÇTUR:


ENFLASYON VE RİSK, SEBEP; FAİZ SONUÇTUR:

 (Bu makale, Sayın Erkin Şahinöz'ün Kripto Arena'da çıkan yazısından -büyük ölçüde verdiği örnek- alıntılanarak ve kısaltılarak yazılmıştır. Örnekte ekonomi bilgisi az ya da olmayan herkesin anlayacağı bir tarzda faizin oluşumu anlatılmıştır. Yazının bazı yerlerinde ve özellikle son bölümde tarafımdan küçük eklemeler, düzenlemeler yapılmıştır.
Yazının tamamına https://www.kriptoarena.com/…/enflasyon-ve-risk-sebep-faiz-  linkinden ulaşabilirsiniz. Kendisine buradan teşekkür ediyorum.)

GERÇEK:
Gerçeğe ulaşmanın tek yolu inancın değil bilimin arkasından gitmektir.
Gerçek, siz ona inanmadığınızda değişmeyen tek şeydir.

FAİZİ NE BELİRLİYOR?
Örnekleyelim:
Biriktirdiğiniz 100 TL’yi bana borç olarak verdiniz. 
Aldığım borcun vadesi 1 sene olsun.
Bir borçlanma ilişkisi oluştu aramızda, borçlu benim alacaklı siz.
Size “alacak hakkınızı” gösteren bir belge (senet) de vermiş olayım.
Borcun vadesini kapsayan 1 yıllık dönemde enflasyonun yüzde 15 olmasını bekliyorsunuz. Bu, bugün 100 TL’ye alabileceğiniz ürünlerin aynısını bir sene sonra 115 TL’ye alabileceğiniz anlamına geliyor. Bir başka deyişle, paranızın satın alma gücünde yüzde 15 düşüş bekliyorsunuz. Doğal olarak, bunun telafisini isteyeceksiniz benden.
O halde, "beklediğiniz enflasyon" benden isteyeceğiniz "faiz oranını" belirleyen "temel" bileşenlerden biri. “Belirleyen” dedim.
Yani “enflasyon sebep, faiz sonuçtur” demiş oldum.
Devam ediyoruz.
Bana borç vererek 100 TL’yi bugün tüketmekten vazgeçmiş oldunuz. Tüketiminizi geleceğe ertelediniz. Size sadece paranızın satın alma gücündeki erime kadar faiz vereceksem bu parayı bana niye vereceksiniz? Ben sizin akrabanız mıyım? Bir miktar daha faiz talep edersiniz. İşte bu ilave faiz talebine "risksiz reel faiz oranı" diyoruz ve faiz formülüne bir bileşen olarak dâhil oluyor.
Devam ediyoruz.
Risk analizimi yaptınız. Geçmişte ödeme aczine düştüğüm dönemler olmuş. Paranızın az ya da çok geri ödenmeme riski mevcut. Bu risk için de ilave faiz talep edersiniz ki bu "geri ödenmeme risk primi" olarak giriyor formüle. Ne kadar riskliysem o kadar çok prim isteyeceksiniz. Aynı sigorta şirketlerinin size yaptığı gibi. Geçen sene kaza yapmadıysanız bu seneki kasko priminiz düşük olur, çok kaza yaptıysanız ödeyeceğiniz prim yüksek olur.
Devam ediyoruz.
Bana parayı 1 yıllığına değil 10 yıllığına vermeyi düşünüyorsunuz. Diğer her şey aynı kalmak kaydıyla, önümüzdeki 10 yıl içinde acze düşme ihtimalim önümüzdeki 1 yıl içinde acze düşme ihtimalimden daha yüksektir ya da azdır (bilinmezlik-risk). Parayı bana daha uzun bir süre için emanet edecekseniz, bir miktar daha prim istersiniz. Bunun adı da "vade riski primidir," faiz formülüne bileşen olarak girer.
Devam ediyoruz.
Bana 100 TL borç vermiştiniz ben de size alacak hakkınızı gösteren bir belge (senet) vermiştim. Alacağınızın vadesi gelmeden elinizdeki senedi nakde dönüştürmek (piyasada kırdırmak deniyor) isteyebilirsiniz, hesapta olmayan bir yatırım fırsatı çıkabilir karşınıza mesela. O halde, paranızı emanet ederken benden aldığınız senedi, kısa zamanda değerini yitirmeden nakde dönüştürebilmeyi tercih edersiniz. Bunu gerçekleştirebilme ihtimaliniz ne kadar düşükse benden o kadar çok prim talep edersiniz ki adı "likidite riski primidir" ve formüle bileşen olarak girer.
O halde güncel (piyasa) faizini ne belirler?
 Bilim cevaplasın.
1- Gelecekte beklenen enflasyon, 2- Risksiz reel faiz, 3- Risk düzeyi
Formüle edecek olursak:
Piyasa Faizi: Enflasyon oranı+reel faiz+ risk primleri

Çıkan sonuç ne?
Enflasyon ve risk düşerse, faiz düşer.
O zaman ekonomi yönetiminin önceliği enflasyonu ve ekonomideki riskleri düşürmek olmalıdır.

ENFLASYON VE RISKLER NASIL DÜŞÜRÜLÜR?
Enflasyonu soğan ve patates stokçularını kovalayarak, tanzim satışları yaparak kalıcı olarak düşüremezsiniz.

AYRICA
Tükettiğimizden fazla üretmeden, eğitim sistemini yetkinlikleri ve hayalleri yüksek bireyler yetiştirecek şekilde reforme etmeden, demokrasiyi, hukukun üstünlüğünü geliştirmeden, güçler ayrılığını oluşturmadan, özellikle yargıyı bağımsız kılmadan, ülkeyi yönetenleri denetleyecek denge ve denetim mekanizmalarını kurmadan, enflasyon ve risk primlerini, dolayısıyla faizleri indirmeniz mümkün değildir.
Bunlar gerçekleştiğinde (biz bunlara yapısal reformlar diyoruz.) enflasyon ve dolayısıyla faizler kendiliğinden inecektir.
Yoksa MB'na talimat vererek değil.


MESERRET MART 2021

     Bu sayıda Özay Gönlüm'ün bilinmeyen yönleriyle yaşam öyküsünü ve kendisiyle özdeşleşmiş Umman Nine'nin mektuplarından birini ok...