PARA, PARA, PARA
PARA DEDİKLERİ NEDİR?
Para, en basit
ifadeyle emeğin, üretimin değişim aracıdır. Örneğin ben ekmek ürettim, sen de
ayakkabı yaptın. Ben sana ekmek, sen de bana ayakkabı verdiğinde ürettiğimiz
şeyleri değiştirmiş oluyoruz. Yani takas yapıyoruz. Ancak sorun burada ortaya
çıkmaktadır. Ne kadar ekmeğe bir ayakkabıyı değiştireceğiz, takas edeceğiz.
Birebir mi? Yoksa bire on mu, yüz mü? Bu
oranı piyasada arz talep dengesi belirlerse de ayakkabı üreticisinin ürettiği
bir çift ayakkabıyı bir ekmekle birebir değiştirmeyeceğini herkes bilir.
Dolayısıyla ayakkabıcı, fırıncıdan birden fazla ekmek talep eder. Örneğin fırıncının
bir ayakkabı için her biri 350 gram olan 100 ekmek verip 1 çift ayakkabı aldığını
düşünelim. Şimdi fırıncının bir ayakkabısı,
ayakkabıcının ise 100 ekmeği oldu. Ayakkabıcı, bu ekmeklerin bir kısmını
işçisine, bir kısmını da ayakkabı malzemesi satın aldığı diğer üreticilere
dağıtacak ve geri kalanını da kendisi tüketecektir. Tüketemediği miktar olursa
bunu da biriktirecektir.
Ancak burada da
bir sorun baş göstermektedir. Bilindiği gibi ekmeğin muhafazası kısıtlıdır. Birkaç gün sonra ekmeğin bozulduğunu hepimiz
biliriz. Dolayısıyla ayakkabı üreticisi fırıncıya sen bana ekmek verme, ekmeğin
yerine her bir ekmek için bir fiş ver, örneğin
ayakkabı için 100 ekmek yerine yüz fiş ver, ben o fişlerle ihtiyacım olduğunda
senden ekmek alayım. İhtiyacımdan artan fişleri ileride senden ekmek almak için
kullanayım, hatta ben bu fişleri senden ekmek almak isteyen benim mal aldığım
kişilere de verebileyim dediğinde iki kişi kendi arasında para meydana getirmiş
olur. Dikkat ederseniz bu fişler biriktirilebiliyor ve başka kişilere de her
biri 350 gram olan ekmek alabilmeleri için devredilebiliyor. İşte paranın üç özelliği
yani değişim, biriktirilebilme (tasarruf) ve dolaşım özellikleri böylece ortaya
çıkmış oldu.
Paranın
bunlardan başka bir belki de en önemli özelliği standart bir değer ifade
etmesidir. Yukarıda ekmek ve fiş
örneğimize dönecek olursak bir fişin 350 gramlık bir ekmek değerinde olduğunu
anlarız. 350 gramlık bir ekmekle ne alınabiliyorsa artık bu fişle de aynı
şeyleri aynı miktarda alabiliriz.
Para aynı
zamanda bir borçlanma aracıdır. Borç, ileride üreteceğimiz mallara karşılık
şimdi tüketeceğimiz mal ve hizmetleri satın almakta kullanacağımız paradır. Ayakkabıcı,
fırıncı ve fiş örneğinden yola çıkacak olursa fırıncı, verdiği her bir fiş için
ayakkabıcıya 350 gramlık bir ekmek borçlanmış olur.
PARANIN TARİHİ:
Tarihin ilk
dönemlerinde bu fişin yerine değerli taş, deri ve maden parçaları kullanıldı. Bu
madenlerin başında altın ve gümüş gelmektedir. Belli bir ağırlıktaki altın ve
gümüş parçaları uzun süre para yerine kullanıldı. Devletlerin ortaya çıkmasıyla
dolaşımdaki altın ve gümüş parçalarına bir standart getirilerek devletler de altından
ve gümüşten para bastı. Devletler kendi ihtiyaçlarını bastığı bu paralarla
karşılamaya başladı. Tarihte ilk defa
Lidyalılar bugünkü anlamda altından ve gümüşten para bastı. Uzun süre hem Lidya
parası hem de maden parçacıkları kullanılmaya devam etti. Devletler zaman
içinde piyasada dolaşımda bulunan maden parçalarını kendi bastığı altın, gümüş,
bakır, nikel vs gibi değişik değerlerdeki paralar ile değiştirdi. Daha önce kullanılan maden parçaları ise para
ile alınıp satılan bir mal haline geldi.
TC Merkez
Bankası da Osmanlı döneminde kullanılan altın, gümüş paralar ile kağıt paraları
zaman içinde kendi bastığı paralar ile değiştirerek günümüzde kullanılan madeni
ve kağıt paralara çevirdi. İlk zamanlar kağıt paralar altın karşılığı olarak
basıldı. Daha sonra ise bu usulden vazgeçilerek kağıt paralar, üzerlerine sanal
bir değer atfedilerek piyasaya sürüldü. Devlet “devlet olmanın verdiği güçle”
sanal değerler vererek piyasaya sürdüğü paraların dolaşımını ve geçerliliğini
garanti etti. Günümüzde ülkemizde olduğu gibi çoğu devlette bu garanti ile
kağıt paralar sorunsuz olarak paradan beklenen her türlü özelliği taşıyarak
işlevini yerine getirmektedir. (Kağıt paraların üzerinde yazılı sanal değere
literatürde “itibari değer” denmekte olduğunu da bir bilgi olarak belirtelim.)
Devlet para
bastığında bastığı paranın üzerine bir değer/miktar ifade eden bir sayı koyar.
Örneğin bir lira, 10 lira, 100 lira vs. gibi. Bu değerler ile ülkenin her
tarafında bu değere atfedilen herhangi bir mal ve hizmet satın alınabilir. Burada
paranın bir başka özelliği daha ortaya çıkmaktadır. Bu da ülke içinde herkes
tarafından kabul edilebilirlik özelliğidir.
Yukarıda kısa
açıklamamızdan da anlaşılacağı gibi para bir mal ve hizmetin karşılığı olup o
mal ve hizmetin değerini ifade etmektedir.
Mal ve hizmet
dedik, para bunların karşılığı ve değerini ifade etmektedir dedik. Buradan yola
çıkarak paranın, üretimin yani emeğin bir karşılığı olduğunu söyleyebiliriz.
PARA POLİTİKASI:
Devletler vatandaşlarının
refah ve güvenlik içinde yaşamaları için vardır. Vatandaşların refah içinde
yaşamaları için gerekli tedbirleri almak, olanakları sağlamak devletin
görevleri arasındadır. Devlet ve yöneticiler bu görevini merkez bankası, maliye,
vergi, hazine gibi kurumlar başta olmak üzere devletin idare organları eliyle
yürütür. Merkez bankaları piyasada dolaşımdaki para miktarını kontrol ederek
piyasanın sorunsuz işlemesine büyük oranda katkıda bulunur.
Piyasadaki
para miktarı, teknik deyimle emisyon ne kadar olmalıdır. Bunun cevabını
yukarıdaki açıklamalarımızdan sonra kolaylıkla verebiliriz ve bu miktar, ülkede
üretilen mal ve hizmetlerin değişimini sorunsuz yapabilecek kadar olmalıdır diye
cevaplayabiliriz. İşte merkez bankaları bu miktarları belirleyerek zaman zaman
emisyonu azaltıp zaman zaman da artırarak bu işlevin yerine gelmesini
sağlamaktadırlar.
Az önce ifade edilen
emisyon miktarı, teoride bir denge unsuru olarak olması gereken gibi
görünebilir. Ancak devleti idare eden yöneticiler değişik siyasi düşüncelerle
idareleri altındaki kurumlarla ekonomiye müdahale ederler. Örneğin kısa zaman
içinde çok büyük oranda yol, köprü, konut gibi sabit inşaat yatırımları
yaparlar ve bunların finansmanı için hazineyi borçlandırırlar. Borç ile yapılan
yatırımlar için alınan hammadde ve ara malı ile işçilik ücretleri ödenir. Bu
piyasada bir canlanma yaratır. Piyasada para bollaşır. İnsanların alım güçleri
artar. İnsanların alım güçlerinin artmasına karşı yapılan yatırım üretime değil
de inşaata harcandığı için insanların ihtiyaçlarını karşılayacak üretim artmaz.
Üretimin (arzın) az, alım gücünün (talebin) çok olduğu bir pazarda fiyatlar
artar, enflasyon (talep enflasyonu)
oluşur.
İşte merkez
bankaları bu anda devreye girerek piyasadaki emisyonu azaltır. Emisyon yani
dolaşımdaki para miktarı azalınca insanların harcamaları da azalır ve enflasyon
düşer. (Merkez bankasının bu işlevini nasıl yaptığı ayrı bir konudur ve konumuz
dışındadır. )
PARA NEREDE:
Bazen piyasada
paranın dönmediğinden söz edilir. Yaprak kıpırdamıyor denir. Bu, kriz
dönemlerinde olur. Bunun nedenini yukarıdaki açıklamalardan sonra kolaylıkla açıklayabiliriz.
Yukarıda paranın, bir mal ve hizmetin yani emeğin karşılığı olduğunu ve onu
temsil ettiğini söylemiştik. Piyasada paranın dönmemesinin temelinde o ülkede
ihtiyaçlara yetecek miktarda mal ve hizmet üretiminin olmaması yatar. Bazen ülkede her şey güllük gülistanlık gibi
görünür. Refah artar. İnsanlar ev, otomobil sahibi olur, havaalanları, yollar,
köprüler, hastaneler yapılır. Ancak bunlar yukarıda açıklandığı gibi ülke
kaynaklarıyla değil de dış kaynak yani dövizle borçlanarak yapılırsa bu borç
bir süre sonra ülkede krize neden olur. Döviz fiyatları artar, döviz
fiyatlarının artması enflasyona neden olur, enflasyonu dizginlemek için faizler
artırılır, faizlerin artması üretimin azalmasına, üretimin azalması işsizliğe
neden olur. Üretim azaldığı dolayısıyla mal ve hizmetler pahalandığı için insanlar
zorunlu ihtiyaçlarının dışında para harcamaz. Bir süre sonra deyim yerindeyse
alışverişler bıçak gibi kesilir.
İdareciler, bu
aşamada merkez bankasından faizleri düşürmesini, insanların tasarruf etmeyip
gerekirse düşük faizle borçlanarak da harcama yapmasını ve piyasanın
canlanmasını isterler. Ancak bu doğru bir yaklaşım değildir. Borçlanma ileride
yapılacak üretimin karşılığı daha doğrusu üretmeden tüketmeye yarayan paradır.
Bu yaklaşımın sonucunda talep enflasyonu ve döviz fiyatları artar. Enflasyon
beklentisi ve döviz fiyatlarındaki artış enflasyonun yeniden artmasına neden
olur. Bu da yeniden faizlerin artırılmasına neden olur. Bu sarmal bir süre
devam eder.
ÇÖZÜM:
Çözüm, faizleri
artırarak piyasadaki harcanabilir parayı yani talebi azaltmaktan geçer.
Faizlerin artırılması, tasarrufların artmasını ve yeni borçlanma imkanlarını da
beraberinde getirir. Döviz fiyatlarını aşağı çeker. Ancak yapılan tasarruflar ve
alınan yeni borçların -inşaat gibi katma değer oluşturmayan yatırımlara ve
tüketime değil- katma değer yaratan üretime yönelik yatırımlara aktarılması gerekir. Bu sayede üretim artar, üretimin (arzın) artmasıyla birlikte enflasyon dolayısıyla faizler düşmeye
başlar ve piyasa yeni bir dengeye oturur.
Üretimin artması demek daha çok para demektir. Piyasada paranın dönmesi, alışverişlerin artması için öncelikle katma değer yaratan üretimin artması gerektiği çok açıktır.
Sonuç olarak
bir ülkenin kalkınması, vatandaşlarının refahı daha çok üretmekten geçmektedir.