CUMHURİYET HALK PARTİLİ ARKADAŞLARIMA
AÇIK MEKTUP
Çok
değerli partili arkadaşım,
1970’li
yılların ikinci yarısında genç bir sağlık memuru olarak Tüs-Der ile başladığım yarı
aktif siyasi yaşama 1991 yılında Ankara Hukuk Fakültesi'ni bitirip Denizli'de serbest avukat olarak çalışmaya başlamamla birlikte Sayın Av. Kazım Arslan’ın il başkanlığı döneminde aktif olarak devam
etmek istedim. Ancak o zamanlar CHP’nin içinde bulunduğu bilinen bazı
nedenlerle partiden uzakta kalmayı tercih ettim. Şimdi geriye dönüp baktığımda
bu davranışımın doğru olmadığını bir özeleştiri olarak söylemeliyim. CHP, terk
edip gidilecek kimsenin malı bir parti değildi. Değildir ve olmayacak.
Bu
nedenlerle ve parti genel başkanlığına Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nun seçilmesi,
ayrıca ülkenin de içinde bulunduğu siyasi ortamın gittikçe kaotik bir durum
alması gibi sebeplerle uzunca bir süre ayrı kaldığım partime, kişisel destek vermek
amacıyla yakın geçmişte yeniden kayıt oldum.
Destek
vermenin, sadece partiye kayıt olmaktan ibaret olmadığının bilinciyle Denizli
ilçe kongrelerinin çoğuna katılarak başta parti teşkilat yöneticileri,
milletvekilleri, belediye başkanları, belediye meclis üyeleri ve il genel
meclisi üyeleri olmak üzere tüm parti üyesi arkadaşları tanımaya çalıştım ve
çoğunu tanıma fırsatı elde ettim.
Yine
aynı bilinçle gerek çevremdeki, gerekse sosyal paylaşım sitelerindeki partim
aleyhine bilinçli bilinçsiz saldırıları göğüslemeye, partinin politikalarını
anlatmaya çalıştım.
Yine
karınca kararınca da olsa partinin seçmenler nezdinde daha tercih edilebilir
olması amacıyla fikirler, projeler üretmeye çalışıyorum. Düşündüklerimi de yine
her platformda dillendiriyorum.
Bu anlamda
fikir- proje bazında düşündüğüm bazı konuları çek değerli CHP’li arkadaşlarımla
da paylaşma ihtiyacı duydum.
Bu
düşüncelerimi de bu kapsamda dillendiriyorum. Kalıcı olması ve ilgi duyan
partili partisiz tüm arkadaşlarım
tarafından okunup değerlendirilebilmesi için blogumda da yayınlamayı uygun
gördüm.
Değerli
arkadaşım,
Son
zamanlarda dillendirilen “siyasette ön alma” diye bir kavram gelişti. Bu kavram
aslında yeni değildi. “Gündem belirleme” kavramının başka bir anlatımıydı.
CHP’nin, genel merkez düzeyinde olsun, Denizli düzeyinde olsun gündem
belirleyecek bir politika izleyemediğini ne yazık ki söylemek zorundayız. Bunu
pek çok partili arkadaşım da bir özeleştiri olarak ifade etmektedir.
Siyasette
gündem belirlemenin neden önemli olduğunu söylemeye bile gerek yoktur. Gündem
belirlemek, ön almak, seçmenin
taleplerine diğer partilerden daha önce davranıp, onları sahiplenip, çözümler
üretmek demektir. Bu sayede parti, seçmende olumlu bir algı yaratır ve sorunlarına
CHP’nin çözüm bulabileceği inancını yerleştirir. Bunun sonucunun da oy ve
iktidar olduğunu söylemeye bile gerek yoktur.
Peki
yerel ve genel siyasette nasıl gündem yaratılıp ön alınabilecektir.
İşin püf
noktası da işte tam burasıdır. Siyasette nasıl ön alınabilecektir.
Şimdiye
kadar görüştüğüm partili arkadaşlarımda bir olumlu, diğeri olumsuz iki
düşüncenin hakim olduğunu gözlemledim.
Önce
olumsuz olanı söylemek istiyorum.
Olumsuz
bakan arkadaşlarıma göre rahmetli Aziz Nesin’in deyimiyle zaten bu milletin
%60’ı aptaldır. Bunlarla bir yere varılmaz. Bir çuval kömüre, bir erzak
torbasına oylarını satar. AKP’de bu sayede iktidar olmuştur.
Bu
gruptaki arkadaşlar gibi düşündüğümüzde son genel seçimlerde aldığımız %26 oy
oranını %27,28,30….40 ve 50’lere taşımak ve iktidar olabilmek için yurt dışından
örneğin Alman Sosyal Demokratların oylarını ithal etmemiz gerekecektir. Bu da
elbette mümkün değildir.
Olumlu
bakan arkadaşlara göre ise seçmene “dokunmak” gerekmektedir. Aynı AKP’nin
yaptığı gibi kapı kapı, ev ev gezilerek; bilhassa bayan partililerin, hanım
seçmenlerle temas kurarak partinin politikalarını anlatması sayesinde partinin
oyları artırılabilecektir.
Ben
ikinci gruptaki olumlu bakan arkadaşlar gibi düşünüyorum. Evet, seçmenlere “dokunmak” gerekmektedir.
Ama
nasıl?
Değerli
arkadaşım,
Öncelikle
dokunacağız kişiyi onore etmeniz gerekmektedir.
Oylarını
bir çuval kömüre, bir erzak torbasına değişenleri kınamamak, onları
aşağılamamak gerekmektedir. Az önce söylediğim oy oranımızı %26’dan yukarılara
taşıyabilmek, Alman Sosyal Demokrat seçmenlerin oylarıyla değil, kınadığımız, aşağıladığımız bu özbeöz bizim
olan seçmenlerin oylarıyla olabileceği gerçeğini görmemiz ve öncelikle bu
aşağılayıcı söylemden derhal ama derhal vazgeçmemiz gerekmektedir.
“Onur” kişiliğin en önemli unsurudur. Kanunlarla
korunduğu gibi kişiler de bu konuda çok hassastır. Onur nedeniyle
bilinçli/bilinçsiz ne canlara kıyıldığı, ne canların kendine kıydığı hepimizin
bilgisi dahilindedir.
Fakir
yurttaşlarımızın aldığı bir çuval kömürün, bir torba erzağın nasıl bir fakirlik
içinde, (istisnalar dışında) nasıl bir zorunlulukla alındığını hepimiz
biliyoruz. Ayrıca bu yardımların AKP tarafından değil, devlet kaynaklarından
yapıldığını da biliyoruz. AKP’nin bu
olayı istismar ederek kendine çıkar elde etmesi başka bir şey, bu vatandaşlarımıza
olumsuz gözle bakmak başka bir şeydir. İkisi karıştırılmamalıdır.
Bu
konuyu çok önemsediğim için tekrarla vurgulamak isterim:
“Oylarını bir çuval kömüre, bir erzak torbasına
değişenleri kınamamak, onları aşağılamamak gerekmektedir. Bazı arkadaşlarımızın
bu söylemlerinden derhal vazgeçmeleri sağlanmalıdır.”
Değerli
arkadaşım,
Bu genel
yaklaşımdan sonra “insanlara dokunmanın” birkaç yönteminden bahsetmek
istiyorum. İnsanlara dokunabilmek için “bir şey”in “vesile” olması
gerekmektedir. Öyle boş boş, bir bahane olmadan, bir şeyi vesile kılmadan
insanlarla temas kuramazsınız.
İnsanlarla
temas kurmanın en önemli ve başta geleni “selamlaşmaktır” Bir “günaydın”, bir
“hayırlı işler”, bir “hayırlı cumalar” gibi selamlaşmaların ardından kapı
“azıcık” aralanır. Bu “azıcık” aralama ile insanlarla tanışılır. Kapıdan
girmek, kapıyı ardına kadar açmak ise bir sonraki adımdır.
“Azıcık”
aralanan kapıyı açmak için tanışılan kişi ile ortak noktaların yakalanması
gerekir. Ortak noktalar bulunamazsa tanışmanızı daha ileriye taşıyamazsınız.
İşin en önemli kısmı da ortak nokta bulmak ve bu sayede açılan kapıdan içeri
girip parti politikalarını anlatabilmektir.
Çok önem
verdiğim “ortak noktanın” bulunması konusunda çok çarpıcı bir örnek vermek
istiyorum.
Geçtiğimiz
14 Nisanda başlayan ve vatandaşlarımızın büyük çoğunluğunu oluşturan
Müslümanların çoğu tarafından kutlanan kutlu doğum haftasında CHP olarak bir
etkinlikte bulunduk mu? Hayır. Bulunmalı mıydık? Evet. Bu haftada,
peygamberimiz Hz Muhammed’in “insan hakları” gibi, “kadına verdiği değer” gibi
CHP’nin ilkeleriyle bağdaşabilen bazı hadislerini öne çıkararak:
“ Cumhuriyet Halk Partisi’nin kişilerin dinleriyle
uğraşmadığını, din temelli bir siyaset yapmadığını, toplumda var olan her
dinden, her inançtan, her mezhepten -isterse bir kişi bile olsa- inananların inançlarını en iyi bir şekilde
yerine getirebilmelerini sağlamanın devletin ödevi olacağını, CHP iktidarında
bu konuda her türlü tedbirin alınacağını”
ifade
eden ve bunları okuyanları sıkmadan, ana başlıklar halinde ve çarpıcı bir
şekilde, en fazla bir sayfaya sığacak büyüklükte ve “bir
gül” eşliğinde, CHP Denizli teşkilatı, oluşturacağı ekiplerle ev ev, dükkan
dükkan dağıtsa, hatta Bayramyeri’ne bu iş için bir stand açsa çok iyi olurdu.
Bir
örnek daha vermek istiyorum.
4+4+4
yasasının tartışıldığı günlerde, CHP’nin bu tasarıya neden karşı çıktığını
anlatan; ama bunun yanında CHP’nin eğitim politikasını da ana başlıklar halinde
çarpıcı ifadelerle izah eden bir dosya kağıdı büyüklüğündeki bir broşürün yine
parti görevlilerince “bir kurşun kalem” eşliğinde dükkan dükkan gezilerek dağıtılması
da insanlara dokunmanın bir yöntemi olabilirdi. Ve inanıyorum, o günlerde bazı
gruplarla Belediyenin önünden Bayramyerine kadar yapılan yürüyüşten daha etkili
ve kalıcı olurdu.
Yani:
İnsanlara dokunmanın, böyle olayları, günleri
vesile kılarak, öne çıkararak mümkün olabileceğini düşünüyorum.
Bu kapsamda
sayılamayacak kadar olay, sorun, talep ülkemizde mevcuttur. Önemli olan bu
olaylara, halkın taleplerine, uygun yer ve zamanda diğer partilerden önce
davranarak tercüman olabilmek, onları sahiplenebilmektir.
Ayrıca
CHP’yi temsil eden arkadaşlarımızın, işinden, davranışına, giyiminden yiyip
içmesine kadar her alanda topluma örnek olması gereklidir.
Ancak bu
davranış biçimi seçkinci bir şekle de bürünmemelidir.
Tüm
partili arkadaşlarıma başarı dileklerimle selam ve saygılar sunuyorum.
Avukat
Yakup
PEKEL