HDP eşbaşkanı Sayın Ertuğrul Kürkçü, bir TV
programında, cumhurbaşkanlığı seçimi kapsamında yaptığı bir konuşmada,
“Türklerin özgürlükleri pahasına, Kürtlerin demokratik haklarının elde edilmesi
için hiçbir şantaja boyun eğmeyiz.”
anlamında bir söz söyledi.
Bu sözü biraz açmak istiyorum.
Sayın Kürkçü, BDP olarak “Kürtlere verilecek
demokratik haklar “sözü” karşılığında, otoriter yönelimlerinden vazgeçmeyen ve
bu tavrını ısrarla sürdüren bir kişi olarak Sayın Erdoğan’ı cumhurbaşkanlığı
seçiminde desteklemeyiz.” diyor.
Sayın Kürkçü, kanımca kendi kişisel fikrini
söylüyor. İyiniyetini beyan ediyor. Ancak koşullar, Sayın Kürkçü’nün fikrini
destekliyor mu, ona bakmak gerekir.
Yazımda, bu konuyu analiz etmek
istiyorum.
Sayın Kürkçü, bir Türk olarak eşbaşkanlığını
yaptığı HDP’nin Kürt seçmenleri üzerinde İmralı ve Kandil’e rağmen ne kadar
ertkili olabilir.
Benim kanaatim etkili olamayacağı yönündedir.
Eğer koşullar uygun olsa, Kürtlerin, Türklerin
özgürlükleri pahasına cumhurbaşkanlığı seçiminde Sayın Başbakan’ı
desteklemeleri kuvvetli bir olasılıktır.
Kürtlerin şu anda bilinen talepleri içinde
güneydoğuda federal bir yönetim, anadilde eğitim, Öcalan’ın ve KCK
tutuklularının serbest bırakılması gibi talepler ön plana çıkmakta ve bunun
anayasa ile güvence altına alınması yatmaktadır.
Sayın Başbakan da bu taleplerin bir kısmının
kendisinin “başkanlık yetkileri” ile birlikte cumhurbaşkanlığına çıkmasına
destek verilmesi karşılığında olabileceği
“sözünü” vermektedir. Başkanlık rejiminde getirilecek federal bir yapı içinde Kürtler
için verilen sözler yerine getirilmiş olacaktır.
Başbakanın söz ve davranışlarından ise başkanlık
sisteminin denetim ve denge mekanizmaları oluşturulmadan deyim yerindeyse otoriter “tek adam” yönetimini arzu ettiği
anlaşılmaktadır.
Sayın Ertuğrul Kürkçü de işte bu nokta da “biz bu
şekilde sayın başbakanı desteklemeyiz” demeye getiriyor.
Ancak koşullar elverse, bu pazarlığın sonuçları İmralı
ve Kandil için ileri bir adım sayılacaktır. Böyle bir pazarlıkta buna İmralı’nın
karşı durması söz konusu olamaz. Her şeyden önce kişisel olarak İmralı’nın
özgürlüğü sözkonusur.
Ancak koşullar böyle bir pazarlığa da uygun
değildir.
HDP ve AKP’nin meclisteki oy sayılarına (313+27=340) baktığımızda meclisten bir anayasa
değişikliğinin geçmesi mümkün değildir. Mecliste anayasa değişikliklerinin
geçebilmesi için 367 oya ihtiyaç vardır. HDP ve AKP’nin oyları ancak anayasa
değişiklerinin halkoyuna sunulması için ihtiyaç duyulan 330 oyu
karşılamaktadır.
Görüldüğü gibi, AKP ve HDP’nin meclisteki sayısal
çoğunluğu, hem Sayın Tayyip Erdoğan’ın “istediği şekildeki” bir
cumhurbaşkanlığını, hem de buna karşılık olarak Kürtlere verilmesi düşünülen
hakların anayasa değişikliği ile teminat altına alınmasını mecliste
sağlamamaktadır. Halk oyuna gidilmesi zorunluluğu doğmaktadır.
Soru şu. Sayın Tayyip Erdoğan, son yerel
seçimlerde aldığı %45 civarındaki bir oy oranıyla halk oylamasına gidebilir mi?
Bunu göze alabilir mi? İlk bakışta HDP seçmeninin %8’e yakın aldığı oy dikkate
alındığında toplamda elde edilen %53 oranındaki oy, anayasa değişiklerinin halk
oylamasıyla kabul edilebileceği yönünde bir sonuç ortaya koyuyor.
Ancak bu, evdeki hesaptır. Bu oy oranı anayasa
değişiklerinin halk oyuyla kabul edilebilmesi için aranan %50 oranına çok
yakındır. Bir başka anlatımla çok kritik bir orandır. Bu oranın artma olasılığı
var mıdır? Bu soruya olumsuz cevap vermek gerekir. AKP ve HDP, alabilecekleri
en yüksek oyu almıştır. Doğudaki HDP seçmeninin dışındaki Kürtlerin de AKP’ye
oy verdiği düşünülecek olursa Kürt oylarının artma olasılığı sıfıra yakındır.
Buna karşılık, bu türden otoriter bir
cumhurbaşkanlığı karşılığında Kürtlere bazı demokratik hakların verilmesi söz
konusu olduğunda AKP’nin (Kürtler dışındaki seçmenlerden) oy kaybetmesi
kuvvetle muhtemeldir.
Bu oranın miktarı önem arz etmektedir. %4’lük bir
oy kaybı bile yapılacak anayasa değişikliklerinin halkoylamasında, yeterli oyu
almamasına neden olacaktır. Sayın Başbakan kamuoyu yoklamalarına ve anketlere
çok değer vermekte ve atacağı bazı adımları anket sonuçlarına göre atmaktadır.
Benim kanaatim, böyle bir pazarlığın söz konusu
olması halinde ülkenin batısında, daha önce AKP’ye oy vermiş Türk seçmenin
%4’den fazla bir kesiminin halk oylamasında AKP’ye oy vermeyeceği yönündedir.
Nitekim 1991 seçim sonuçları incelendiğinde: 1989 yerel seçimlerinde CHP
tarafından kazanılan İstanbul dahil bütün batı illerinde CHP’nin büyük oy
kayıpları yaşadığı ve bu bölglerde DYP’nin birinci parti olarak seçimleri kazandığı
görülmüştür.
Ne olmuştur da batıda yaşayan seçmen 1989 da oy
verdiği SHP (CHP)’den vazgeçerek 1991
seçimlerinde DYP’ye yönelmiştir.
Burada 1989 yılında Paris’te toplanan Kürt
konferansına katılan SHP’den seçilen Kürt milletvekillerinin SHP’den ihraç
edilmesine rağmen, 1991 seçimlerinde
HEP’li Kürt milletvekillerinin SHP listelerinden meclise yeniden
taşınması olayı, CHP’nin ulusalcı kanadına mensup Türk seçmenin tercihinde
belirleyici bir rol almıştır, denilebilir.
Daha sonra aynı kaygılarla Türk seçmenin CHP’yi
meclis dışı bıraktığı unutulmamalıdır.
Ülke siyasi tarihinde yaşanmış böyle bir örnek
varken ve CHP içindeki ulusalcıların ve MHP’li seçmenlerin varlığı da
düşünüldüğünde AKP’nin bu bloktan oy koparmasının mümkün olmayacağı söylenebilir. Aksine AKP’nin eski DYP, ANAP, MHP ve RP’den
oluşan bir koaliyon gibi düşünüldüğünde, koalisyon içindeki Türk
milliyetçilerinin oylarının kaybedilmesi söz konusu olabilecektir.
Bir başka anlatımla AKP içindeki Türk
milliyetçileri, MHP ve CHP seçmenleri ile birlikte AKP’nin ve HDP’nin birlikte
pişirmeye çalıştıkları bu projeye izin vermeyecektir.
Sayın Başbakan da bu olasılığı dikkate almaktadır.
Kanımca yaptırdığı kamuoyu anket sonuçları da bu yöndedir. Yoksa, az da olsa
bir ışık görmesi halinde bunu hayata geçirmek için hemen harekete geçeceği “tarzından”
bellidir. Bu adımları atmak için Başbakan çok çekingen davranmakta hatta son
zamanlarda adını dahi anmamaktadır.
Bu doğru bir yaklaşım
mıdır? Yani birlikte yaşamanın koşullarını oluşturmaktan vaz mı geçmeliyiz. Buna
vereceğim cevap kesinlikle “vazgeçmeyelim, çabalara devam edelim” olacaktır.
Ancak bu tür şantajla, sonuçları her iki halk için de hüsranla sonuçlanacak
girişimlere de karşı durmamızı gerekiyor. Bir yandan evet derken diğer yandan
hayır demek gibi bir şey. Bir şey, aynı zamanda hem kendisi hem zıddı olamaz.
Bu fizikte olabilir mi bilmiyorum. Ancak
sosyolojik olarak siyasette bir evrimden bahsetmek mümkündür. Yani bir düşünce
evrimleşerek zıddına dönüşebilir. Zaten siyasi düşünce özgürlüğünün
savunulmasında da bu yaklaşımdan hareket edilmektedir.
Yukarıda açıkladığım
pratik siyasi koşulların bulunmamasına rağmen insan hakları temelinde, Kürtlerle
Türklerin birlikte yaşamasının koşulları oluşturulamaz mı. Bence
oluşturulabilir. Bu koşulların yaratılması için illa ki Kürtlerin, “Türklerin
özgürlüklerinin ellerinden alınmasına
neden olabilecek” pazarlıklara girmesini gerektirmez.
Ayrıca bu özgürlükler için
Kürt milliyetçilerinin ellerinde silah, dağda, Kürt ve Türk gençlerinin ölümüne
neden olacak hareketler içinde olmalarına da gerek yoktur.
Bu koşulların
oluşturulması için MHP’den ve AKP’den adım atılmasını beklemek mümkün değildir.
MHP’nin keskin milliyetçi tavrı ve AKP’nin de başbakan’ın cumhurbaşkanlığı
adaylığını dayatması buna engeldir.
Bu gün Sayın Başbakan’ın verdiği bazı sözler
karşılığında Kürtlerin taleplerinin yerine getirilmesi imkansız gözükmekte ise
de bu sözlere kanarak PKK’nın eylemsizlik içinde olması, dolayısıyla kanın ve
şiddetin durması, gençlerin ölmemesi de çok büyük bir kazanımdır. Bu kazanımın
herşeye rağmen sürdürülmesi gerekmektedir. Ancak korktuğum, Kürt
milliyetçilerinin Başbakan’ın sözünde duramamasından kaynaklı yeniden şiddet
yoluna başvurmalarıdır. Geçmişte bunun kötü örneklerini çok yaşadık. AKP, her
seçim döneminden önce bu tür girişimlerde bulunarak PKK’yı eylemsiz kılmakta,
ancak verilen sözler tutulmayınca PKK yeniden şiddete başvurmaktan
çekinmemektedir. Yalancı çoban gibi PKK her seferinde aldatılmaktadır.
Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde de aynı senaryo uygulanmaktadır. Bu
sürdürülemez bir politkadır. Sonuçları kan ve gözyaşıdır.
Ancak Kürtlerin ve Türklerin artık şiddetle bir
yere varılamayacağını da anlamış olmaları gerekiyor. Birlikte yaşamanın
koşullarının oluşturulmasında şiddeti tamamen dışlayan, yeni demokratik
yöntemlerin geliştirilmesine her iki tarafın da öncekinden daha fazla ihtiyacı
vardır. Bu konuda mümkün olan her türlü çabayı her iki tarafta göstermelidir.
Birlikte yaşamanın koşullarının
oluşturulmasında Cumhuriyet Halk Partisi’ne
de çok büyük görevler düşmektedir. Her
ne kadar CHP içinde ulusalcı kanadın varlığı buna engelmiş gibi görünüyorsa
da CHP genel başkanlığının belirleyeceği
siyasi tavırla geniş halk kitlelerinin bir süreç içinde ikna edilmesi
mümkündür.
Şu anda CHP bir ikilem içindedir. Geçmişte yaşanan
meclis dışında kalma olayının verdiği travma ile ve ulusalcı kanadı küstürmeme
gibi bir çekingenlikle bu adımları atmada isteksizlik göstermesi, sosyal
demokrat bir parti olduğunu söyleyen bir siyasi partide uzun süre sürdürülemez.
Bir parti, hem sosyal demokrat, hem de ulusalcı
olamaz. Ulusalcılar da ikna edilerek kürtlerle birlikte yaşamanın asgari
koşulları sağlanabilir. Bir şeyin hem kendisi hem zıddı olamayacağı ancak bunun
evrimle değişebileceğini söyledim.
Değişim, değişmeyen tek şeydir.
Yarınların bugünden daha iyi olacağını sosyoloji
tarihi bize göstermektedir. Elbette bu, bir takım inişli çıkışlı, kesintili bir
tarihi süreçtir.
Ancak süreç daha iyiyedir.