28 Ocak 2015 Çarşamba

KUŞ CENNETİ ÇARDAK ACI GÖL 
(Çardak Han-ı Abad Kervansarayı ve Kaklık Mağarası)

Facebook’tan, PAKDOS’un, kuş cenneti Çardak Acıgöl’e hafta sonu bir gezi düzenlediğini öğrenince, hemen geziyi organize eden Pakdos yöneticilerinden Sayın Av. Ali Koyuncu’yu aradım.
 “Ben de geliyorum” dedim.


Av. Ali Koyuncu

Uzun zamandır gitmeyi isteyip de bir türlü gidemediğim kuş cennetinde flamingoları izleyip fotoğraflarını çekebilecektim.
 Bir gün önceden, bir alışveriş merkezindeki teknoloji mağazasından kendime basit bir dürbün aldım. Fotoğraf makinemin ve video kameramın pillerini şarj ettim. Yürüyüş çantamı tekrar tekrar kontrol ettim.
Her şey tamamdı.
Çantamı ve tripodumu sırtlayıp hareket noktamız olan Ulu cami önüne vardığımda  benden önce gelen bir arkadaşımla karşılaştım. Ardından yerel bir TV kanalı olan DEHA TV’den bir kameraman arkadaş da geldi.  Çok geçmeden yürüyüşe katılacak olanlar toplandı.
Yolda kahvaltı için alınan simitlerle,  öğle yemeği olarak düşünülen sucuk ekmekler de bagajlara yüklendikten sonra hep birlikte minibüslere doluştuk.

Hades
Yürüyüşe katılanlar çocuklarını da getirmişti. Pakdos başkanı Sayın Av. Yurdahan Özhan’ın köpeği HADES  ile birlikte sayımız yetmişe yakındı.
Hades en önde şoför koltuğunun yanında, bizler arka koltuklarda yola çıktık.
Hareket etmeden önce yürüyüş lideri Ali Koyuncu,  yolumuz üzerinde bulunan Kaklık mağarasına da uğrayacağımız söyleyince şaşırdım. Ben bunca senedir Denizli’de yaşayan biri olarak Kaklık mağarasını görmemiştim.  Benim için memnuniyet verici bir sürpriz oldu.

Kaklık Mağarası
Kaklık Çivril yol ayrımına gelmeden birkaç yüz metre beriden Denizli Çimento fabrikasının da bulunduğu yere giden yola saptık. Bu yol aynı zamanda Kaklık mağarasına da gidiyordu. 5-6 Km sonra Kaklık mağarasındaydık.
Kaklık Mağarası girişi
Kaklık Mağarası, damlataşı, sarkıtları ve dikitleriyle Pamukkale’de bulunan travertenlere benziyordu. Traverten basamakları ile küçük bir Pamukkale’ydi. Mağara içerisinde bol miktarda berrak, renksiz ve kükürt kokulu termal su bulunmaktaydı. Suyun, bazı cilt hastalıklarına iyi geldiği biliniyordu. Ayrıntılı bilgi edinmek isteyenler Denizli Valiliğinin  web sayfasına bakabilirler.

Kaklık Mağarası travertenler

Mağarada bol bol resim çekip kükürt kokusunun o malum kokusunu da içimize çektikten sonra mutlu ve bahtiyar mağaradan ayrıldık. Sıra,  simitle yapacağımız kahvaltıya gelmişti. Çocuklar da acıkmış, mızırdanmaya başlamışlardı.


Kaklık Mağarası kükürtlü su
Daha önceden kahvaltı için anlaşılan Ender isimli petrol istasyonunda durduk.  İstasyonun lokanta kısmında kahvaltımızı yapıp ihtiyaçlarımızı giderdikten sonra kuş cennetine gitmek için tekrar yola koyulduk.
Çardak ilçe merkezinin içinden Gemiş kasabası yoluna girdiğimizde solumuzda bizi Acı göl içinde sodyum sülfat tesislerinde işlenmek için biriktirilen  beyaz kimyasal madde yığınları karşıladı. Gölün bu yakası,  kimyasal maddelerin elde edilmesi için parsel parsel büyük buharlaştırma havuzlarına bölünmüştü.


Acı Göl
Gölden çıkarılan tuz, potasyum, sodyum ve sülfat gibi maddeler göl kenarında kurulan tesisler tarafından işlenmekteydi. Elde edilen sodyum sülfat; kağıt, cam ve tekstil gibi değişik sektörlerde kullanılıyordu.
Gemiş kasabasının içinden geçtik. Flamingoları gözleyebileceğimiz yere doğru gitmek üzere kasaba çıkışında minibüslerden indik. Araçlardan indiğimiz yer, gözetleme kulesine yaklaşık 7-8 km. bir uzaklıktaydı.  Aslında gözetleme kulesinin bulunduğu yere kadar yol asfalt kaplıydı.  Araçlarla da gidebilirdik. Ancak biz yürümeyi tercih ettik.
Gözetleme kulesine ulaşıncaya kadar yolda çocuklar, köpeğimiz Hades’le birlikte çok güzel oynadılar. Bazen çocuklar Hades’i, bazen de Hades çocukları geçiyordu. Bir müddet sonra çocukların “anne ben yoruldum” seslerine Hades’in dili bir karış dışarıda sıklıkla nefes alıp verme sesleri karışmıştı.


Acı Göl kuş gözetleme kulesi

Gözetleme kulesine vardığımızda gözlerimiz gölde flamingoları aradı. Flamingolar gölün ortalarında, bulunduğumuz noktaya oldukça uzaktı. Kuşları buradan izleyemeyeceğimizi anlayınca, gözetleme kulesinde güzel bir hatıra fotoğrafı çektirdikten sonra onları daha rahat izleyebileceğimiz bir noktaya doğru biraz daha yürüdük.


Acı Göl

Az gittik uz gittik derken sonunda göl kıyısında bir su kaynağının başında kalmaya karar verdik. Bu noktadan uzaktan da olsa flamingoları gözleyebilecek, hem de burada öğle yemeği için düşünülen sucuk ekmek partisini yapabilecektik.
Yürüyüş liderimiz hemen yüksekçe bir yere yanında getirdiği teleskobu kurdu.  Daha teleskop kurulurken çocuklar flamingoları görebilmek için sıraya girmişti.  Kafiledeki insanlardan bazılar da benim gibi yanlarında getirdikleri dürbün ve fotoğraf makinesi ile flamingoları izlemeye giriştiler.


Teleskopla flamingo seyri

Ancak kuşların bulunduğu alan yine de çok uzaktı. Teleskop bile ayrıntılı bir görüş sağlayamadı. Ben de çok çabalamama rağmen  bir tek kuşun dahi fotoğrafını çekemedim. Bu yazıma koyduğum fotoğrafı ise bizimle birlikte yürüyüş katılan Arda Aydoğmuş isimli genç bir arkadaşımdan aldım. Kendisine buradan teşekkür ediyorum.


Flamingolar

Acı göl,  kapalı bir havzadır. Kendisini  besleyen ciddi bir su kaynağı yoktur. Her yıl buharlaşma yoluyla göl kurumaya doğru gitmektedir. Kuraklığın ve göl kıyısına kurulu sodyum sülfat tesislerinin varlığı gölde barınan kuş türlerini tehdit etmektedir. Yurdun değişik yerlerinden gelen avcıların kaçak avlanmaları da ayrı bir tehdit olarak kuşların türlerinin hızla yok olmasına neden olmaktadır. Şu ana kadar gölde yaşayan ya da geçici olarak konaklayan yirmi türe ait 176 kuş çeşidinin varlığı söylenmektedir.  Bu nedenle Acıgöl B sınıfı sulak alan olarak korunmaya alınmıştır.


Göl kıyısında sucuk ekmek partisi
Yürüyüşe katılanlardan bir kısmı bir yandan kuşları gözetlemeye çalışırken bir kısmı da sucukları kızartmak için işe koyulmuşlardı. Tavalardan sucuk kokusu çıkmaya başladığında herkesten önce Hades kokuyu almış havlamaya başlamıştı. Hades’in haber vermesiyle çoluk çocuk hepimiz sucukların kızartıldığı tavaların başına üşüştük. 7-8 km.lik bir yürüyüşten sonra karınlar doyunca herkese bir rehavet bastı. “Karnımız doydu, gözümüz yolda” muhabbetleri yapılmaya başlandı.
Piknik yaptığımız alana yayılan çöplerimizi güzelce topladıktan sonra geri dönmek üzere tekrar minibüslere doluştuk. Minibüsün sarsıntısıyla birlikte çocuklardan bazıları annelerinin kucağında tatlı bir uykuya dalmıştı.
Yolda Ali koyuncu ikinci sürprizini yaptı. Dönüşte, yolumuz üstünde bulunan tarihi bir kervansarayı da ziyaret edecektik. Çardak Han-ı Abad Kervansarayı isimli bu han Çardak ilçe merkezinin içerisinde kalmış,  diğerleri gibi kervan yolu üzerinde kervanların konaklama yeri olarak yapılmıştı. Han'i Âbâd kervansarayının kitabesinden Anadolu Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubat tarafından 1230 yılında yaptırıldığı anlaşılmaktadır. Çardak ovasına verilen “Hambat ovası” isminin de buradan geldiği söylenebilir. Ayrıntılı bilgi internet ortamında bol miktarda var. İsteyen okuyucularım Google’dan aratarak öğrenebilir.


Çardak Han-ı Abad Kervansarayı

Kervansaray’a vardığımızda yapının çok kötü olmadığını, az bir çabayla restore edilebileceğini düşündüm.
Ali beyin kervansaray hakkındaki açıklamalarını dinledikten ve epeyi bir fotoğraf çektikten sonra Denizli’ye dönmek üzere yola koyulduğumuzda herkesin gözünde yorgun ama güzel geçen bir günün mutluluğu okunuyordu.


Çardak Han-ı Abad  Kervansarayı
Minibüste koltuğuma oturduğumda beni de tatlı bir uyku bastırdı.  Motorun gürültüsüne karışan yolcuların sesinde kendimi yeni bir gezinin başlangıcında zannettim.
Dalmışım.
Yeni bir gezide buluşmak ümidiyle hoşçakalın. 25/01/2015 DENİZLİ



































20 Ocak 2015 Salı

MENDERES YOLU YÜRÜYÜŞ PARKURU ÇALIŞMALARI
(ETAP: TRİPOLİS-KARAHAYIT ŞELALESİ)
Avukat Ali Yollu arkadaşım, yapımına çalıştığım “Menderes Belgeseli” hakkında geldiğim aşamayı sorup, kendisinin de “Menderes Yolu” isimli bir yürüyüş parkuru hazırlığı içinde olduğunu söylediğinde ne yalan söyleyeyim biraz gururlandım.
Esin kaynağı olmak güzel bir duygu. Neyse…
Ali Yollu, Denizli PAKDOS’un bir ara yönetimi içinde de bulunmuş, deyim yerindeyse kendini doğaya, yürümeye, dağcılığa adamış birisidir.
Edindiği hobi, soy ismi ile adeta çakışmıştır.
Zaman içinde kendisiyle birçok yürüyüşte birlikte oldum. Yürüyüşlerdeki disiplini, sorumluluk ve inisiyatif alma becerisi ile yürüyüşe katılan bizlerin takdirini kazanmıştır.
Ali Yollu aynı zamanda azimli bir arkadaştır. Başladığı bir işi bitirmek için azimle ve sabırla çalışır.
Menderes Yolu projesinde gösterdiği azim ve çaba da bunun örneklerinden biridir. Projeyi bitirmek için sabırla, azimle, yorulmak nedir bilmeden çalışmaya devam etmektedir.
Ali arkadaşım, bu çalışmalarına beni de eklemleyerek, kendi belgesel çalışmalarım için araştırma yapmama olanak sağlamak istemiştir.  Ayrıca benden Menderes Yolu ile ilgili gezi notu tadında yazılar yazmamı istediğinde daha da mutlu oldum.
Bu yazı işte bu düşüncenin ürünü olarak kaleme alındı.
Daha önce yazdığım, Menderes Nehri’nin çıktığı Eldere köyü ve Dinar’ı da kapsayan “ Menderes ve Dinar’ın Meşhur Ali Çavuş Bandosu” isimli gezi yazısına olan beğeniler ayrıca beni cesaretlendirdi.

Av. Ali Yollu
Av. Ali Yollu’nun açıklamasına göre Menderes Yolu projesi uzun soluklu bir yürüyüş parkuru olacak. Menderes nehrinin uzunluğu yaklaşık 550 Km. dir. Amaç, nehrin doğduğu kaynaktan, denize döküldüğü yere kadar olan geçtiği yerlerden, nehre paralel uluslararası bir yürüyüş parkuru hazırlamak ve bu yolu yürüyüşçülerin hizmetine açmaktır. Yürüyüş parkuru üzerinde bulunan bazı yerleşim yerlerini de bu vesileyle tanıtmak ve yöre halkının geçimine katkıda bulunmak projenin başka bir amacıdır.
Parkurun uzunluğu dikkate alındığında bunun ne kadar zor ve zaman alıcı bir iş olduğunu bu işlerden biraz anlayanlar anlayacaktır.
Bu nedenle çalışmalar etap etap yapılmakta, daha sonra tespit edilen etaplar birleştirilip hem arazide fiziki olarak hem de GPS cihazlarına dijital olarak işaretlenmektedir.
Ali Yollu arkadaşım, Mali Müşavirlik yapan Atakan Erenler ile 18 Ocak 2015 pazar günü yapacakları çalışmaya beni de davet ettiğinde hiç düşünmeden “evet” dedim.
Yenicekent (Tripolis) ile Laodikya arasından geçirilmesini düşündükleri parkurun keşfini yapacaklardı.
Sabah 07,00 gibi Atakan beyin aracı ile Karahayıt’a doğru yola çıktığımızda, doğrusu, çalışmanın yöntemi konusunda tam bir bilgi sahibi değildim.  Ali beye neden Karahayıt dediğimde, Karahayıt’a bağlı Haytabey köyünden muhtarı alacaklarını ve muhtarın kendilerine rehberlik edeceğini söylediğinde kafam iyice karıştı.
Ben araştırmalara Yenicekent’te bulunan antik kent Tripolis’ten başlayacağımızı düşünmüştüm.  Ali bey ise tersten başlıyordu. Onun anlattığına göre değişen bir şey yoktu.
Evdeki hesabın çarşıya uymadığını muhtarı bulduğumuzda anladık. Haytabey muhtarını ayağında iskarpin, takım elbiseli görünce muhtarın bize rehberlik edemeyeceğini anladık. İlk hayal kırıklığını yaşamıştık.
Allah’tan Ali Bey GPS cihazına daha önce geçeceği güzergahı işaretlemişti. Hemen döndük ve parkurun başına geldik. Parkurun başlangıcı Karahayıt şelalesine yakın bir yerdi. Daha doğrusu etaplar birleştirildiğinde Karahayıt şelalesi de parkurun içinde kalıyordu. Ancak parkurun bu bölümü bugünkü çalışmanın kapsamı dışındaydı.
Ali ve Atakan Bey çantalarını sırtlayıp patikadan yola koyuldular. Ben parkurun başında kaldım. Araç bana kalmıştı. Benim görevim, araçla birlikte arkadaşlarımı parkurun sonu olan Tripolis antik kentinde karşılamaktı. Aradaki zamanda ise istediğim gibi takılabilecektim.


Karahayıt Şelaleciği
Ben, Karahayıt şelalesine gitmekle işe başladım.  Muhtar, şelalenin bulunduğumuz noktaya çok uzak olmadığını söylemişti. Dere yatağını takip ederek gidebildiğim noktaya kadar gittiğimde,  gördüğüm tam bir hayal kırıklığı idi. Şelale bu olamazdı. Derenin suyu birkaç metre yukarıdan düşüyordu. Eğer söylenen şelale buysa hiçbir albenisi yoktu.  Dere yatağından ileri baktığımda dere, duvarları birden yükselen bir kanyonun içinden geliyordu. Derenin ilerisine kolayca geçmek mümkün değildi. Ağaçlar, böğürtlenler selin bozduğu patikayı kaplamıştı. Daha doğrusu patika diye bir şey kalmamıştı. Ben de kendimi zorlamadım.  Yalnızdım. Başıma bir şey gelse yardım edecek kimse yoktu. Ali beyin ve muhtarın sözünü ettiği asıl şelale bu kanyonun içinde olmalıydı. Karşılaştığım şelaleciğin birkaç fotoğrafını çektikten sonra başlangıç noktama döndüm.
Ayakkabımın tabanına yapışan birkaç kilo ağırlığındaki çamurlardan zor da olsa kurtulduktan sonra arkadaşlarımı Tripolis’te karşılamak için yola koyuldum. Vaktim boldu. Yolda geçtiğim yerlerde fotoğraf makinemin vizörüne takılanları çekerek vaktimi değerlendirmeye karar verdim.
İlk durduğum yer Karahayıt’tı.  Karahayıt,  Denizli’ye Pamukkale’den sonra 5 km uzaklıkta küçük bir yerleşim yeridir. Pamukkale’nin aksine demir bileşenlerini yoğun olarak barındıran kırmızı renkte sıcak bir su kaynağına sahiptir.  Suyun bu özelliğinden yararlanan kasabada büyük termal otellerin yanında yoğun bir pansiyon işletmeciliği vardır. 

Kırmızı sıcak su (Karahayıt Kasabası)

İkinci durağım Pamukkale idi. Pamukkale’nin içine girmedim.  Pamukkale’de daha önce Denizli Barosu Doğa Sporları ve Fotoğrafçılık kursunun düzenlediği etkinlik çerçevesinde epeyi bir fotoğraf çekmiştim.  Pamukkale kasabasının kurulduğu alanda, travertenlerin altında kalan bölgede yeni bir düzenlemeyle halkın faydalanmasına açılan Kocaçukur’dan travertenleri fotoğraflamakla yetindim.


Kocaçukur
Akköy’ü geçip Gölemezli kasabasına geldiğimde saat on ikiyi geçiyordu. Acıkmıştım. Kasabada bir kahveye girdim. İçeride kahveciden başka birkaç kişi daha vardı.  Bir gün önceden bölgenin yerleşim yerlerini işaretlediğim harita taslağını çıkardım. Bölgeyi anlamaya çalışıyordum. Harita taslağının çizili olduğu kağıt parçasını çıkarınca kahveci dahil diğer kişiler de başıma üşüştü. Meraklı bakışlar bir bana bir kâğıda bakıyordu. Ben de durumu açıklama gereği duydum. Kahvedeki adamlardan biri “ Vallahi sizde bir gram akıl varsa” dediğinde şaşırdım. Adam: “Televizyondan bazen çığ altında kalan dağcı haberlerini izliyorum,” dedi. Ve yine yemin ederek “Bu haberleri duyduğumda vallahi bir gram üzülüyorsam” diye devam etti. Adama dışımdan “De git, sen okey oynamana devam et”, içimdense aklıma gelen her şeyi söyledim.
Karnım doymuş, içtiğim birkaç bardak çayla kendime gelmiştim. Ama az önceki adamın söylediklerine de kızmaya devam ediyordum. Allah’ım, ne insanlar var memlekette diye lahavle çektim.
Gölemezli’den sonra Çeşmebaşı köyüne dönerek buradan Ada köyüne ve oradan da Ahmetli köyüne ulaştım. Ahmetli köyünden Yenicekent’e gidecek ve dağdan patikaları keşfede keşfede gelecek olan arkadaşlarımı Tripolis’te karşılayacaktım. Ahmetli köyü de Menderes nehrinin yanında kurulu küçük bir yerleşim yeriydi. Burada Menderes nehrinin üzerinde tarihi bir köprü olduğunu belgesel çalışmalarımdan biliyordum. Tarihi köprünün yanına yapılan betonarme yeni köprü ulaşıma açıldığından bu yana köprü bakımsız kalmış, adeta yıkılmaya yüz tutmuştu. Gördüğüm manzaradan üzülmüştüm. Tarihi bir değer göz göre yok oluyordu.


Tarihi Ahmetli Köprüsü


Ahmetli köyünde kahvede biraz soluklandıktan sonra Yenicekent’e geldim. Yenicekent’te Belediye’nin arkasındaki parkın içinde bir türbe olduğunu duymuştum. Bu türbenin fotoğrafını çektim. Türbeye ait her hangi bir tabela ve açıklama yoktu. Kitabesini aradım. Kitabesi de yoktu. İnternetten de doyurucu bir bilgi edinemedim.


Yenicekent Büyük Tekke Türbesi
Türbenin birkaç fotoğrafını çektikten sonra kasabanın ana caddesinde bulunan çay bahçesine oturdum. Burada Ali beyden telefon bekleyecektim. Saat öğleden sonra üçü az geçiyordu. Az sonra beklediğim telefon geldi. Beni Mahmutlu köyüne çağırıyordu. Mahmutlu köyü planlamamızda yoktu. Plan, dağdaki patikayı Tripolis antik kenti yakınlarına indirmekti.
Tripolis antik kenti bölgenin Hierapolis ve Laodikeia ile birlikte önemli antik yerleşim yerlerinden biridir. Kazı çalışmaları devam etmektedir. Gördüğümde kent neredeyse görünür hale getirilmişti.


Tripolis (Yenicekent)

Tripolis harabelerini geçip Mahmutlu köyüne devam ettim. Yolda, Menderes nehri üzerine sulama amaçlı pompalama tesisleri yapıldığını gördüm.

 
Yenicekent (Menderes suyunu) tevzi/pompalama tesisi
Menderes, Denizli ve Sarayköy ovalarına bereket katıyordu. Ovanın toprak yapısı mükemmeldi. Menderes’in taşıdığı alüvyonlar ile devamlı besleniyordu. İklim uygundu. Ilıman iklime bölgeden fışkıran sıcak su ve buhar kaynaklarını da eklediğinizde tarımsal faaliyet için tüm doğal koşullar oluşuyordu. Sadece çalışmaya ve çok çalışmaya gerek duyuluyordu. Bölge insanı da ellerindeki bu imkânın bilincindeydi. Her tarafı narenciye bahçeleri, seralar ve pamuk tarlaları kaplamıştı.



Sarayköy ovası

Arkadaşlarımı Mahmutlu köyünde bir evin bahçesinde çay içerlerken buldum. Evin sahibi Veli Şen, enişteleri eski Ahmetli Belediye Başkanı Orhan Çırak ve Ali Kara ile birlikte mükemmel bir ev sahipliği yaparak bizi misafir etti. Odun ateşinde yapılan gözleme ile ve kuzine sobada pişirilen kek harikaydı. Yorgunluğumuzun üzerine iyi gelmişti.
Bizi misafir eden güzel insanlara teşekkür ettikten sonra bir başka parkur çalışmasında buluşmak üzere Denizli’ye doğru yola çıktık.
Eve geldiğimde akşam olmuştu. Bu yazıyı yazmak için bilgisayarımın başına oturduğumda, gün boyu yaşadıklarımdan duyduğum zevk bütün yorgunluğumu aldı götürdü.

Bir başka gezi yazısında buluşmak ümidiyle, hoşçakalın. 

EK
GERÇEK KARAHAYIT ŞELALESİ

 Ocak ayının on sekizinde  yaptığımız ve yukarıdaki yazının konusu olan Menderes Yolu yürüyüş parkuru tespit çalışmaları sırasında Karahayıt şelalesinden söz etmiş ve yalnız başıma giriştiğim şelaleyi bulma çabamın olumsuz sonuçlandığını yazmıştım.
Bu çalışmanın ardından iki hafta sonra yani Şubat ayının birinde bölgede yeni bir keşif çalışması yaptık. Bu sefer Ali Yollu, Cengiz Arısoy ve ben,  üçümüz birlikte hareket ettik. Başlangıç noktasından yürümeye başladığımızda hedefimiz öncelikle şelaleyi bulmak ve şelaleden itibaren de tespit edeceğimiz bir patika üzerinden Karahayıt kasabasına, oradan da Pamukkale'ye ulaşmaktı. Böylece iki hafta önce Tripolisten başlattığımız çalışmayı Pamukale'ye bağlayacaktık.
Kısa bir yürüyüşten sonra derenin aktığı vadinin başına gelmiştik. Botlarımız biraz ıslansa da dereyi geçerek kendimizi vadinin karşı yamacına attık. Burada Ali Yollu arkadaşım tecrübesi ve GPS cihazının da yardımıyla eliyle koymuş gibi şelaleyi buldu.

Karahayıt Şelalesi

Karahayıt şelalesine inmek için dik ve kaygan bir patikayı kullanmak zorunda kaldık.Cengiz Arısoy'un  yanında getirdiği iple kontrollü bir şekilde şelaleye indik. 
Gördüğümüz manzara harikaydı.
Sizin de beğeneceğinizi ümit ederek çektiğim bir fotoğrafı paylaşıyorum.





MESERRET MART 2021

     Bu sayıda Özay Gönlüm'ün bilinmeyen yönleriyle yaşam öyküsünü ve kendisiyle özdeşleşmiş Umman Nine'nin mektuplarından birini ok...