21 Mayıs 2012 Pazartesi


CUMHURİYET HALK PARTİLİ ARKADAŞLARIMA
AÇIK MEKTUP
Çok değerli partili arkadaşım,
1970’li yılların ikinci yarısında genç bir sağlık memuru olarak Tüs-Der ile başladığım yarı aktif siyasi yaşama 1991 yılında Ankara Hukuk Fakültesi'ni bitirip Denizli'de serbest avukat olarak çalışmaya başlamamla birlikte Sayın Av. Kazım Arslan’ın il başkanlığı döneminde aktif olarak devam etmek istedim. Ancak o zamanlar CHP’nin içinde bulunduğu bilinen bazı nedenlerle partiden uzakta kalmayı tercih ettim. Şimdi geriye dönüp baktığımda bu davranışımın doğru olmadığını bir özeleştiri olarak söylemeliyim. CHP, terk edip gidilecek kimsenin malı bir parti değildi. Değildir ve olmayacak.
Bu nedenlerle ve parti genel başkanlığına Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nun seçilmesi, ayrıca ülkenin de içinde bulunduğu siyasi ortamın gittikçe kaotik bir durum alması gibi sebeplerle uzunca bir süre ayrı kaldığım partime, kişisel destek vermek amacıyla yakın geçmişte yeniden kayıt oldum.
Destek vermenin, sadece partiye kayıt olmaktan ibaret olmadığının bilinciyle Denizli ilçe kongrelerinin çoğuna katılarak başta parti teşkilat yöneticileri, milletvekilleri, belediye başkanları, belediye meclis üyeleri ve il genel meclisi üyeleri olmak üzere tüm parti üyesi arkadaşları tanımaya çalıştım ve çoğunu tanıma fırsatı elde ettim.
Yine aynı bilinçle gerek çevremdeki, gerekse sosyal paylaşım sitelerindeki partim aleyhine bilinçli bilinçsiz saldırıları göğüslemeye, partinin politikalarını anlatmaya çalıştım.
Yine karınca kararınca da olsa partinin seçmenler nezdinde daha tercih edilebilir olması amacıyla fikirler, projeler üretmeye çalışıyorum. Düşündüklerimi de yine her platformda dillendiriyorum.
Bu anlamda fikir- proje bazında düşündüğüm bazı konuları çek değerli CHP’li arkadaşlarımla da paylaşma ihtiyacı duydum.
Bu düşüncelerimi de bu kapsamda dillendiriyorum. Kalıcı olması ve ilgi duyan partili partisiz  tüm arkadaşlarım tarafından okunup değerlendirilebilmesi için blogumda da yayınlamayı uygun gördüm.
Değerli arkadaşım,
Son zamanlarda dillendirilen “siyasette ön alma” diye bir kavram gelişti. Bu kavram aslında yeni değildi. “Gündem belirleme” kavramının başka bir anlatımıydı. CHP’nin, genel merkez düzeyinde olsun, Denizli düzeyinde olsun gündem belirleyecek bir politika izleyemediğini ne yazık ki söylemek zorundayız. Bunu pek çok partili arkadaşım da bir özeleştiri olarak ifade etmektedir.
Siyasette gündem belirlemenin neden önemli olduğunu söylemeye bile gerek yoktur. Gündem belirlemek,  ön almak, seçmenin taleplerine diğer partilerden daha önce davranıp, onları sahiplenip, çözümler üretmek demektir. Bu sayede parti, seçmende olumlu bir algı yaratır ve sorunlarına CHP’nin çözüm bulabileceği inancını yerleştirir. Bunun sonucunun da oy ve iktidar olduğunu söylemeye bile gerek yoktur.
Peki yerel ve genel siyasette nasıl gündem yaratılıp ön alınabilecektir.
İşin püf noktası da işte tam burasıdır. Siyasette nasıl ön alınabilecektir.
Şimdiye kadar görüştüğüm partili arkadaşlarımda bir olumlu, diğeri olumsuz iki düşüncenin hakim olduğunu gözlemledim.
Önce olumsuz olanı söylemek istiyorum.
Olumsuz bakan arkadaşlarıma göre rahmetli Aziz Nesin’in deyimiyle zaten bu milletin %60’ı aptaldır. Bunlarla bir yere varılmaz. Bir çuval kömüre, bir erzak torbasına oylarını satar. AKP’de bu sayede iktidar olmuştur.
Bu gruptaki arkadaşlar gibi düşündüğümüzde son genel seçimlerde aldığımız %26 oy oranını %27,28,30….40 ve 50’lere taşımak ve iktidar olabilmek için yurt dışından örneğin Alman Sosyal Demokratların oylarını ithal etmemiz gerekecektir. Bu da elbette mümkün değildir.
Olumlu bakan arkadaşlara göre ise seçmene “dokunmak” gerekmektedir. Aynı AKP’nin yaptığı gibi kapı kapı, ev ev gezilerek; bilhassa bayan partililerin, hanım seçmenlerle temas kurarak partinin politikalarını anlatması sayesinde partinin oyları artırılabilecektir.
Ben ikinci gruptaki olumlu bakan arkadaşlar gibi düşünüyorum. Evet,  seçmenlere “dokunmak” gerekmektedir.
Ama nasıl?
Değerli arkadaşım,
Öncelikle dokunacağız kişiyi onore etmeniz gerekmektedir.
Oylarını bir çuval kömüre, bir erzak torbasına değişenleri kınamamak, onları aşağılamamak gerekmektedir. Az önce söylediğim oy oranımızı %26’dan yukarılara taşıyabilmek, Alman Sosyal Demokrat seçmenlerin oylarıyla değil,  kınadığımız, aşağıladığımız bu özbeöz bizim olan seçmenlerin oylarıyla olabileceği gerçeğini görmemiz ve öncelikle bu aşağılayıcı söylemden derhal ama derhal vazgeçmemiz gerekmektedir.
“Onur”  kişiliğin en önemli unsurudur. Kanunlarla korunduğu gibi kişiler de bu konuda çok hassastır. Onur nedeniyle bilinçli/bilinçsiz ne canlara kıyıldığı, ne canların kendine kıydığı hepimizin bilgisi dahilindedir.
Fakir yurttaşlarımızın aldığı bir çuval kömürün, bir torba erzağın nasıl bir fakirlik içinde, (istisnalar dışında) nasıl bir zorunlulukla alındığını hepimiz biliyoruz. Ayrıca bu yardımların AKP tarafından değil, devlet kaynaklarından yapıldığını da biliyoruz.  AKP’nin bu olayı istismar ederek kendine çıkar elde etmesi başka bir şey, bu vatandaşlarımıza olumsuz gözle bakmak başka bir şeydir. İkisi karıştırılmamalıdır.
Bu konuyu çok önemsediğim için tekrarla vurgulamak isterim:
“Oylarını bir çuval kömüre, bir erzak torbasına değişenleri kınamamak, onları aşağılamamak gerekmektedir. Bazı arkadaşlarımızın bu söylemlerinden derhal vazgeçmeleri sağlanmalıdır.”
Değerli arkadaşım,
Bu genel yaklaşımdan sonra “insanlara dokunmanın” birkaç yönteminden bahsetmek istiyorum. İnsanlara dokunabilmek için “bir şey”in “vesile” olması gerekmektedir. Öyle boş boş, bir bahane olmadan, bir şeyi vesile kılmadan insanlarla temas kuramazsınız.
İnsanlarla temas kurmanın en önemli ve başta geleni “selamlaşmaktır” Bir “günaydın”, bir “hayırlı işler”, bir “hayırlı cumalar” gibi selamlaşmaların ardından kapı “azıcık” aralanır. Bu “azıcık” aralama ile insanlarla tanışılır. Kapıdan girmek, kapıyı ardına kadar açmak ise bir sonraki adımdır.
“Azıcık” aralanan kapıyı açmak için tanışılan kişi ile ortak noktaların yakalanması gerekir. Ortak noktalar bulunamazsa tanışmanızı daha ileriye taşıyamazsınız. İşin en önemli kısmı da ortak nokta bulmak ve bu sayede açılan kapıdan içeri girip parti politikalarını anlatabilmektir.
Çok önem verdiğim “ortak noktanın” bulunması konusunda çok çarpıcı bir örnek vermek istiyorum.
Geçtiğimiz 14 Nisanda başlayan ve vatandaşlarımızın büyük çoğunluğunu oluşturan Müslümanların çoğu tarafından kutlanan kutlu doğum haftasında CHP olarak bir etkinlikte bulunduk mu? Hayır. Bulunmalı mıydık? Evet. Bu haftada, peygamberimiz Hz Muhammed’in “insan hakları” gibi, “kadına verdiği değer” gibi CHP’nin ilkeleriyle bağdaşabilen bazı hadislerini öne çıkararak:
“ Cumhuriyet Halk Partisi’nin kişilerin dinleriyle uğraşmadığını, din temelli bir siyaset yapmadığını, toplumda var olan her dinden, her inançtan, her mezhepten -isterse bir kişi bile olsa-  inananların inançlarını en iyi bir şekilde yerine getirebilmelerini sağlamanın devletin ödevi olacağını, CHP iktidarında bu konuda her türlü tedbirin alınacağını”
ifade eden ve bunları okuyanları sıkmadan, ana başlıklar halinde ve çarpıcı bir şekilde, en fazla bir sayfaya sığacak büyüklükte ve  “bir gül” eşliğinde, CHP Denizli teşkilatı, oluşturacağı ekiplerle ev ev, dükkan dükkan dağıtsa, hatta Bayramyeri’ne bu iş için bir stand açsa çok iyi olurdu.
Bir örnek daha vermek istiyorum.
4+4+4 yasasının tartışıldığı günlerde, CHP’nin bu tasarıya neden karşı çıktığını anlatan; ama bunun yanında CHP’nin eğitim politikasını da ana başlıklar halinde çarpıcı ifadelerle izah eden bir dosya kağıdı büyüklüğündeki bir broşürün yine parti görevlilerince “bir kurşun kalem” eşliğinde dükkan dükkan gezilerek dağıtılması da insanlara dokunmanın bir yöntemi olabilirdi. Ve inanıyorum, o günlerde bazı gruplarla Belediyenin önünden Bayramyerine kadar yapılan yürüyüşten daha etkili ve kalıcı olurdu.
Yani:
İnsanlara dokunmanın, böyle olayları, günleri vesile kılarak, öne çıkararak mümkün olabileceğini düşünüyorum.
Bu kapsamda sayılamayacak kadar olay, sorun, talep ülkemizde mevcuttur. Önemli olan bu olaylara, halkın taleplerine, uygun yer ve zamanda diğer partilerden önce davranarak tercüman olabilmek, onları sahiplenebilmektir.
Ayrıca CHP’yi temsil eden arkadaşlarımızın, işinden, davranışına, giyiminden yiyip içmesine kadar her alanda topluma örnek olması gereklidir.
Ancak bu davranış biçimi seçkinci bir şekle de bürünmemelidir. 
Tüm partili arkadaşlarıma başarı dileklerimle selam ve saygılar sunuyorum.
Avukat
Yakup PEKEL                                 

7 Mayıs 2012 Pazartesi


DENİZ GEZMİŞ'İN İDAM OYLAMASINA TÜRKEŞ KATILMADI
Sayın Akyol,
Bir avukat meslektaşınız olarak yazılarınızı -fikirlerinizin çoğuna katılmasam da- ilgiyle takip edenlerdenim. Sayın Can Dündar'ın bugün CNN Türk'teki Medya Mahallesindeki röportajı sırasında söz konusu edilen Turgut Özal'ın Ahmet Kabaklı'ya yazdığı ve sayın Kabaklı'nın da köşesinde yayınladığı mektupta  "idamların yapılması" gerektiği yönündeki düşüncelerini acıyla dinledim. Sayın Kabaklı bu mektubu yayınlamakla zamanında o da zımnen bu fikre katılmış diye düşünüyorum. Bu gün gelinen noktada siyaseten idamların yapılmaması gerektiği konusunu söylüyorsunuz. Çok da iyi bir fikir ileri sürüyorsunuz.  Ancak yazınızın sonundaki  " emperyalizme karşı durmak, dünyaya kapanmaktır"  anlamındaki  ifadenize katılmak mümkün değildir. Geçmişte "Küre" için canını ortaya koyanlar emperyalizme karşı duranlardı. Küre'ye karşı durmak dünyaya  kapanmak şeklinde algılanmamalıdır. karşılıklı çıkarlara dayalı, onurlu bir dış politika elbette dünyaya kapanmak değildir. Bu gün geldiğimiz nokta da bunu söyleyebiliyor muyuz. Irak'ta ve Suriye'de mezhep temelli  ilişkileri "insan hakları ihlali" kılıfı içinde önümüze dış politika diye koyan bir siyasi iktidar var. İnsan hakları ihlallerini elbette önlemeye yönelik bir siyasetimiz olacaktır. Olmalıdır da. Ancak bu gerçekten insan hakkı ihlaline dayanmalıdır. Sonuç olarak bu gün acıyla andığımız o çocukların da dünyaya kapanmak gibi bir dertleri yoktu. Anti emperyalist onurlu bir dış politika istemek ve bunu aktif belki biraz da sert bir şekilde eylemleriyle  ileri sürmek, dünyanın hiç bir demokratik ülkesinde suç olmasa gerektir.  Dünyaya açık olmak başka bir şey, emperyalizme karşı durmak başka bir şeydir, diye düşünüyorum. Bu gün "küre" yine gündemdedir. Küre'ye Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin milletvekilleri, genelkurmay başkanları girememektedir.  Bundan daha somut bir emperyalist örnek olabilir mi? Yukarıda yazının konusuyla ilk bakışta ilgisizmiş gibi görünen sayın Özal'dan bahsetmemin nedeni de onun da nasıl bu oyunun içinde yer aldığını anlatabilmek içindi. Sayın Özal'ın da çalıştığı Dünya Bankası'ndaki emperyalistlerin görüşlerine uygun bir şekilde, görevini yazdığı mektupla layıkıyla yerine getirdiğini düşünüyorum.
saygılarımla.

 
Değerli okuyucularım, size yukarıdaki eleştirime karşılık olarak sayın Taha Akyol'un  cevabi mail'ini de burada yayınlama ihtiyacı hissettim. Takdirlerinize sunuyorum.

Sayın Pekel,
İlgi ve nezaketenize tesekkur ederim. Meslektas (avukat) olmaniz benim açımdan bilhassa değerli. Fakat farkli düşünüyorum. Dünya Bankasına neden  ve hangi işlevleri sebebiyle “emperyalist” dediginizi anlayamadım. Sorun, “empheryalizm” kelimesine verilen anlamların farklı olmasında…
Bir ülkede bankalar “sömürü” makinaları ise, uluslararı finanz kurumları da öyle… Dinamik iktisadi hayat bir ülkede finans kurumlarını gerektiriyorsa, uluslararasi ekonomik ilişkiler niye gerektirmesin. Bunların kusurlarını eleştirmek başka, emperyalist saymak baska…
Bakış açınız sizin, “Özal emperyalistlerin görüşüne uygun şekilde Gezmiş’in idamını istedi” hükmüne götürüyor. Özal’ın idamı istemesi o zamanki siyasi kültürün bir ifadesidir, Deniz’in silahlı örgüt kurup silahlı eylemler yapması da o zaman solun bir kesimindeki kültürün ifadesi idi.
Bu konular nihayet değer yargılarıyla ilgidir, tartışmaya ortak görüşe varılamaz, ben böyle, söz öyle düşünüyorsunuz, fikirlerin çeşitlenerek zenginleşmesi de böyle olur kanaatindeyim.
Saygilarımla
Taha Akyol

Bu cevaba karşı düşüncelerim:
Deniz'in her türlü görüş ve eylemlerine katılmam mümkün değil elbette. Silahlı propoganda yöntemi ile Marksist Leninist bir toplumal düzen kurma fikrine ben de katılmıyorum. Ayrıca emperyalizme karşı  koymak; siyaset ve ekonomide devletlerin karşılıklı çıkarlara dayalı işbirliklerine karşı koymak değildir. Dünya Bankası ve IMF gibi uluslarası finans kuruluşları için de aynı ilke geçerlidir. Önemli olan IMF'e muhtaç olmayacak politikalar izleyebilmektir. Bu anlamda IMF gibi Dünya Bankası'nın da emperyalist emeller besleyenler için hem sembolik hem de fonksiyonel araç işlevi gördüğü açıkça bellidir. YP

MESERRET MART 2021

     Bu sayıda Özay Gönlüm'ün bilinmeyen yönleriyle yaşam öyküsünü ve kendisiyle özdeşleşmiş Umman Nine'nin mektuplarından birini ok...