9 Mayıs 2014 Cuma

FETHULLAH GÜLEN, TÜRK ABD İLİŞKİLERİNİN NERESİNDE: SELVİ, GÜZEL SENARYO YAZMIŞ.



Abdulkadir Selvi'nin Yeni Şafak gazetesinde "CIA Başkanı'nın Gülen teklifi" başlığıyla yayımlanan (1 Mayıs 2014) yazısını okudum.
Selvi, Fehmi Koru’nun “Taha Kıvanç” müstear adı ile yazdığı 4 Eylül 2012 tarihli Star Gazetesi'ndeki köşesinde yayınladığı bir yazıdan yola çıkarak CIA Başkanı Petraeus’un  2/3 Eylül 2012  tarihinde gerçekleşen Türkiye ziyaretinde, Başbakanla yapılan bir görüşmede “açıklanmayan bir konuyu” açıkladığını yazmış. Konunun doğruluğunu da bir kaç kaynaktan teyit etmiş! Selvi’ye göre güya CIA Başkanı Petraeus, Başbakan’a FG ile aralarındaki ilişkiyi düzenleme teklifinde bulunuyor ve bunun karşılığında da İsrail’in Mavi Marmara olayı ile ilgili özür beyanını Başbakan’ın  kabul etmesini istiyor.
Selvi’nin deyimiyle: “Siz İsrail'in özrünü kabul edin, biz de sizin Cemaat'le ilişkilerinizi düzenleyelim” diye teklifte bulunuyor.
CIA Başkanı Petraeus’un Kuzey Irak’ta, Süleymaniye’de 4 Temmuz 2003 tarihinde askerlerimizin başına ABD askerlerince çuval geçirilmesi sırasında ABD’nin Kuzey Irak’tan sorumlu komutanı olduğunu hatırlamakta yarar var..
Bu kadar hatırlatmadan sonra asıl konumuza dönecek olursak:
Uzun süre Gülen ile bir değerlendirmede bulunmak istiyordum. 
Abdulkadir Selvi’nin yazısı benim için bir fırsat oldu. Selvi güzel senaryo yazmış.
Ben de bir senaryo yazayım.
Bana göre, Sayın Başbakan'ın FG'le ilişkisinin bozulmasında Başbakan'ın Suriye konusunda ABD tarafından açığa düşürülmesi olayı yatıyor.
Türkiye Suriye ilişkileri bağlamında Tayyip Erdoğan ile Beşar Esad arasındaki ilişkilerin birden bire kopması  ayrıca incelenecek ilginç bir yazının konusudur. Ama kısaca değinmekte yarar var.
2008’de Esad’ın Bodrum ziyareti, 2009’da Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Suriye ziyareti ve 11 Ekim  2010’da Başbakan’ın (son) Suriye ziyaretleri iki ülke arasındaki yakın ilişkiyi gösteren ziyaretlerdir.
Başbakan 11 Ekim  2010’da Şam’a yaptığı günübirlik ziyaret sırasında “Türkiye-Suriye olarak aramızdaki gerek siyasi, gerek ekonomik, ticari, kültürel ilişkilerin iktidarımız döneminde kazandığı ivme gerçekten her iki ülke yönetimlerini de, halklarını da olumlu istikamette etkileyen bir süreç. Bunu bundan sonraki yıllarda da aynı kararlılıkla devam ettireceğiz.” Şeklindeki açıklaması yazının anlaşılması için akılda tutulmalıdır.
Analizime devam ediyorum.
Arap baharı denilen özgürlük rüzgarının etkisiyle 2011 yılının baharında Suriye’de muhalif grupların düzenlediği olaylar karşısında Esad’ın bu olayları şiddetle bastırmaya çalışması, binlerce inanın ölmesine, sakat kalmasına ve milyonlarca insanın yerinden yurdundan göçmesine neden oldu.
Esad’ın şiddet politikasına karşı uluslararası kamuoyu, başta ABD olmak üzere Fransa, İngiltere ve Almanya Esad’ı devirip, demokratik bir yönetimi işbaşına getirmek için muhalefeti destekleme kararı aldı. Burada en büyük desteği de Türkiye sağladı.
Ancak Birleşmiş Milletlerden doğrudan müdahale yönünde bir kararın çıkmaması üzerine batının ve Türkiye’nin desteklediği  muhalefet bölündü, parçalandı. Deyim yerindeyse Suriye canavarca mezhep cinayetleri işleyebilecek terörist gruplara teslim oldu. Bu terörist grupların eylemlerini aynı zamanda kendilerine yönelik bir tehdit olarak algılayan ABD ve batılı müttefikler, muhalefilere verdiği desteği çekti. Suriye olayında Türkiye deyim yerindeyse yalnız kaldı. Değerli yalnızlık tartışmalarını hatırlayalım.
Başbakan’ın Ekim/2010 tarihindeki Şam gezisini yaptığı tarih ile Suriye’de muhalif hareketlerin başladığı  Mart/2011 tarihi arasında kısa bir süre vardır. Bu arada sayın Başbakan Esad’ı demokratik adımlar atması yönünde ikna etmek için  çabaladıklarını söylüyor.  Doğrudur. Ancak ben bunun tartışmasına girmeyeceğim.
Birbirlerini Bodrum gibi bir tatil beldesinde ailecek ağırlayacak, hatta Başbakan’ın, çocuklarının düğününe davet etmek için özel uçak gönderecek kadar  yakın ilişki içinde olan iki kişi arasındaki münasebetin (çok öncelerden Esad’ın antidemokratik kimliği de bilinirken) aniden bozulmasını; birden bire başbakan’ın özgürlük sevdasının depreştiğine bağlamanın da doğru olmayacağı kanatindeyim. Bu ilişkinin bozulmasında başkaca sebeplerin olabileceğini tahmin ediyorum. Ancak bu tahminimin hiçbir dayanağı olmadığı için burda yazmıyorum.
Başbakan’ın Esad’a, -ABD ve batılılar Suriye’ye müdahaleden çekilmişken- büyük bir öfkeyle saldırmaya devam etmesinde de tahmin ettiğim sebebin etken olduğunu düşünüyorum.
Toparlayacak olursak ABD’nin, Başbakan’ı Esad’a karşı yalnız bırakması, onun ABD’ye karşı  tavır almasına, politika değiştirmesine neden olmuştur.
Dikkat edilirse bundan sonra Türk Hükümetinin Şanghay Beşlisi’ne üyelik girişimleri, Nisan/2013’de işbirliği anlaşması, Eylül/2013’de Çin ile füze alım ihalesi ve  dersaneler dolayısıyla FG üzerinden ABD’ye vurma girişimleri gündeme geldi. Bunların hepsi ABD’ye karşı alınan karşı tavrın birer göstergesiydi. Dikkat edilirse Ukrayna konusunda bile Rusya'ya karşı yüksek perdeden bir eleştiri getirilmemesinde ABD'ye karşı bir duruşun devam etmekte olduğu gözlemlenebilir.
Bu tutum, Başbakan’ın özgürlük yolunda savrulmasının nedenleri arasında bir unsur olarak sayılabilir. Ancak bu, ayrı bir yazının konusudur.
Konumuza geri dönecek olursak:
Başbakan niçin  FG üzerinden ABD’ye tavır aldı. Yazıda cevaplanmaya çalışılan soru budur.
Sorunun cevabını vermeden önce FG'nin ABD istihbaratı için ne kadar önemli olduğunu hatırlamak yeterli.
FG'ye vurmak, ABD istihbaratına vurmak demektir.
Uluslararası diplomaside devletler birbirlerinin yüzüne gülerken (Buna diplomatik nezaket deniliyor)  arka planda ulusal çıkarları için dış politikalarını değişik argümanlarla değişik araçlar üzerinden yürütmektedir.
İşte FG, burada bir dış politika aracı olarak kullanılmıştır. Dershaneler de bunun bahanesidir.
Başbakan, Suriye olayından sonra açıktan yapamadığı ABD karşıtlığını bu şekilde yapmış oldu. Ve bu süreç hala devam ediyor.
ABD de ipleri tamamen koparmak yerine başbakan’a karşı FG ile mücadele yöntemini seçti. FG’nin örgütü ile MİT’e ve hükümete karşı tavır aldı. Seçimlerde AKP’nin kaşısında muhalefetle işbirliğine bile gitti.
Burada küçük bir parantez açarak (ABD, FG ve AKP'nin çıkarlarının uyuştuğu dönemde) ABD’nin, FG aracılığı ile hükümetle yaptığı işbirliği sayesinde ABD’den uzaklaşma yönünde görüş beyan eden ordunun ulusalcı (ne demekse) kanadını da tasfiye ettiğini hatırlatmak isterim. (Bugün çıkarları çatıştığı için) Sayın Başbakan  bizzat kendi ağzından Türk Ordusuna kumpas kurulduğunu ifade edebilmektedir.
Seçimlerden sonra FG üzerinden ABD ile mücadelenin hala devam ettiğini gözlemliyoruz. İş, FG aleyine örgüt suçundan soruşturma açılarak ABD’den istenmesine kadar vardı.
Güncel soru şu. ABD, FG’yi iade eder mi?
Yazımda yaptığım analizlerden sonra benim vardığım sonuç şudur.
FG'nin iadesi, tamamen ABD istihbaratınca FG'den yararlanma olayının değerlendirilmesine ve Türkiye ABD arasındaki ilişkilerin seyrine bağlıdır..
ABD’ye FG'yi iade et demekle iade olayı gerçekleşmez. İade bazı dengelerin yeniden kurulmasına bağlıdır.
Bu dengeler kurulursa ABD, FG’nin “gözünün yaşına” bakmaz.
Tabi bu arada olan saf  FG'cilere oluyor. Arada çıtır olduklarının farkında değiller.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

MESERRET MART 2021

     Bu sayıda Özay Gönlüm'ün bilinmeyen yönleriyle yaşam öyküsünü ve kendisiyle özdeşleşmiş Umman Nine'nin mektuplarından birini ok...