21 Mayıs 2014 Çarşamba

CUMHURBAŞKANLIĞI SEÇİM SÜRECİNDE SAYIN ERTUĞRUL KÜRKÇÜ (YA DA KÜRTLER ) SÖZÜNDE DURABİLİR Mİ?



HDP eşbaşkanı Sayın Ertuğrul Kürkçü, bir TV programında, cumhurbaşkanlığı seçimi kapsamında yaptığı bir konuşmada, “Türklerin özgürlükleri pahasına, Kürtlerin demokratik haklarının elde edilmesi için hiçbir  şantaja boyun eğmeyiz.” anlamında bir söz söyledi.
Bu sözü biraz açmak istiyorum.
Sayın Kürkçü, BDP olarak “Kürtlere verilecek demokratik haklar “sözü” karşılığında, otoriter yönelimlerinden vazgeçmeyen ve bu tavrını ısrarla sürdüren bir kişi olarak Sayın Erdoğan’ı cumhurbaşkanlığı seçiminde  desteklemeyiz.” diyor.
Sayın Kürkçü, kanımca kendi kişisel fikrini söylüyor. İyiniyetini beyan ediyor. Ancak koşullar, Sayın Kürkçü’nün fikrini destekliyor mu, ona bakmak gerekir.
Yazımda, bu konuyu analiz etmek istiyorum.
Sayın Kürkçü, bir Türk olarak eşbaşkanlığını yaptığı HDP’nin Kürt seçmenleri üzerinde İmralı ve Kandil’e rağmen ne kadar ertkili olabilir.
Benim kanaatim etkili olamayacağı yönündedir.
Eğer koşullar uygun olsa, Kürtlerin, Türklerin özgürlükleri pahasına cumhurbaşkanlığı seçiminde Sayın Başbakan’ı desteklemeleri kuvvetli bir  olasılıktır.
Kürtlerin şu anda bilinen talepleri içinde güneydoğuda federal bir yönetim, anadilde eğitim, Öcalan’ın ve KCK tutuklularının serbest bırakılması gibi talepler ön plana çıkmakta ve bunun anayasa ile güvence altına alınması yatmaktadır.
Sayın Başbakan da bu taleplerin bir kısmının kendisinin “başkanlık yetkileri” ile birlikte cumhurbaşkanlığına çıkmasına destek verilmesi  karşılığında olabileceği “sözünü” vermektedir. Başkanlık rejiminde getirilecek federal bir yapı içinde Kürtler için verilen sözler yerine getirilmiş olacaktır.
Başbakanın söz ve davranışlarından ise başkanlık sisteminin denetim ve denge mekanizmaları oluşturulmadan deyim yerindeyse  otoriter “tek adam” yönetimini arzu ettiği anlaşılmaktadır.
Sayın Ertuğrul Kürkçü de işte bu nokta da “biz bu şekilde sayın başbakanı desteklemeyiz” demeye getiriyor.
Ancak koşullar elverse, bu pazarlığın sonuçları İmralı ve Kandil için ileri bir adım sayılacaktır. Böyle bir pazarlıkta buna İmralı’nın karşı durması söz konusu olamaz. Her şeyden önce kişisel olarak İmralı’nın özgürlüğü sözkonusur.
Ancak koşullar böyle bir pazarlığa da uygun değildir.
HDP ve AKP’nin meclisteki oy sayılarına  (313+27=340) baktığımızda meclisten bir anayasa değişikliğinin geçmesi mümkün değildir. Mecliste anayasa değişikliklerinin geçebilmesi için 367 oya ihtiyaç vardır. HDP ve AKP’nin oyları ancak anayasa değişiklerinin halkoyuna sunulması için ihtiyaç duyulan 330 oyu karşılamaktadır.
Görüldüğü gibi, AKP ve HDP’nin meclisteki sayısal çoğunluğu, hem Sayın Tayyip Erdoğan’ın “istediği şekildeki” bir cumhurbaşkanlığını, hem de buna karşılık olarak Kürtlere verilmesi düşünülen hakların anayasa değişikliği ile teminat altına alınmasını mecliste sağlamamaktadır. Halk oyuna gidilmesi zorunluluğu doğmaktadır.
Soru şu. Sayın Tayyip Erdoğan, son yerel seçimlerde aldığı %45 civarındaki bir oy oranıyla halk oylamasına gidebilir mi? Bunu göze alabilir mi? İlk bakışta HDP seçmeninin %8’e yakın aldığı oy dikkate alındığında toplamda elde edilen %53 oranındaki oy, anayasa değişiklerinin halk oylamasıyla kabul edilebileceği yönünde bir sonuç ortaya koyuyor.
Ancak bu, evdeki hesaptır. Bu oy oranı anayasa değişiklerinin halk oyuyla kabul edilebilmesi için aranan %50 oranına çok yakındır. Bir başka anlatımla çok kritik bir orandır. Bu oranın artma olasılığı var mıdır? Bu soruya olumsuz cevap vermek gerekir. AKP ve HDP, alabilecekleri en yüksek oyu almıştır. Doğudaki HDP seçmeninin dışındaki Kürtlerin de AKP’ye oy verdiği düşünülecek olursa Kürt oylarının artma olasılığı sıfıra yakındır.
Buna karşılık, bu türden otoriter bir cumhurbaşkanlığı karşılığında Kürtlere bazı demokratik hakların verilmesi söz konusu olduğunda AKP’nin (Kürtler dışındaki seçmenlerden) oy kaybetmesi kuvvetle muhtemeldir.
Bu oranın miktarı önem arz etmektedir. %4’lük bir oy kaybı bile yapılacak anayasa değişikliklerinin halkoylamasında, yeterli oyu almamasına neden olacaktır. Sayın Başbakan kamuoyu yoklamalarına ve anketlere çok değer vermekte ve atacağı bazı adımları anket sonuçlarına göre atmaktadır.
Benim kanaatim, böyle bir pazarlığın söz konusu olması halinde ülkenin batısında, daha önce AKP’ye oy vermiş Türk seçmenin %4’den fazla bir kesiminin halk oylamasında AKP’ye oy vermeyeceği yönündedir. Nitekim 1991 seçim sonuçları incelendiğinde: 1989 yerel seçimlerinde CHP tarafından kazanılan İstanbul dahil bütün batı illerinde CHP’nin büyük oy kayıpları yaşadığı ve bu bölglerde DYP’nin birinci parti olarak seçimleri kazandığı görülmüştür.
Ne olmuştur da batıda yaşayan seçmen 1989 da oy verdiği SHP (CHP)’den  vazgeçerek 1991 seçimlerinde DYP’ye yönelmiştir.
Burada 1989 yılında Paris’te toplanan Kürt konferansına katılan SHP’den seçilen Kürt milletvekillerinin SHP’den ihraç edilmesine rağmen, 1991 seçimlerinde  HEP’li Kürt milletvekillerinin SHP listelerinden meclise yeniden taşınması olayı, CHP’nin ulusalcı kanadına mensup Türk seçmenin tercihinde belirleyici bir rol almıştır, denilebilir.
Daha sonra aynı kaygılarla Türk seçmenin CHP’yi meclis dışı bıraktığı unutulmamalıdır.
Ülke siyasi tarihinde yaşanmış böyle bir örnek varken ve  CHP içindeki  ulusalcıların ve MHP’li seçmenlerin varlığı da düşünüldüğünde AKP’nin bu bloktan oy koparmasının  mümkün olmayacağı söylenebilir.  Aksine AKP’nin eski DYP, ANAP, MHP ve RP’den oluşan bir koaliyon gibi düşünüldüğünde, koalisyon içindeki Türk milliyetçilerinin oylarının kaybedilmesi söz konusu olabilecektir.
Bir başka anlatımla AKP içindeki Türk milliyetçileri, MHP ve CHP seçmenleri ile birlikte AKP’nin ve HDP’nin birlikte pişirmeye çalıştıkları bu projeye izin vermeyecektir.
Sayın Başbakan da bu olasılığı dikkate almaktadır. Kanımca yaptırdığı kamuoyu anket sonuçları da bu yöndedir. Yoksa, az da olsa bir ışık görmesi halinde bunu hayata geçirmek için hemen harekete geçeceği “tarzından” bellidir. Bu adımları atmak için Başbakan çok çekingen davranmakta hatta son zamanlarda adını dahi anmamaktadır.
            Bu doğru bir yaklaşım mıdır? Yani birlikte yaşamanın koşullarını oluşturmaktan vaz mı geçmeliyiz. Buna vereceğim cevap kesinlikle “vazgeçmeyelim, çabalara devam edelim” olacaktır. Ancak bu tür şantajla, sonuçları her iki halk için de hüsranla sonuçlanacak girişimlere de karşı durmamızı gerekiyor. Bir yandan evet derken diğer yandan hayır demek gibi bir şey. Bir şey, aynı zamanda hem kendisi hem zıddı olamaz. Bu fizikte  olabilir mi bilmiyorum. Ancak sosyolojik olarak siyasette bir evrimden bahsetmek mümkündür. Yani bir düşünce evrimleşerek zıddına dönüşebilir. Zaten siyasi düşünce özgürlüğünün savunulmasında da bu yaklaşımdan hareket edilmektedir.
            Yukarıda açıkladığım pratik siyasi koşulların bulunmamasına rağmen insan hakları temelinde, Kürtlerle Türklerin birlikte yaşamasının koşulları oluşturulamaz mı. Bence oluşturulabilir. Bu koşulların yaratılması için illa ki Kürtlerin, “Türklerin özgürlüklerinin ellerinden alınmasına  neden olabilecek” pazarlıklara girmesini gerektirmez.
            Ayrıca bu özgürlükler için Kürt milliyetçilerinin ellerinde silah, dağda, Kürt ve Türk gençlerinin ölümüne neden olacak hareketler içinde olmalarına da gerek yoktur.
            Bu koşulların oluşturulması için MHP’den ve AKP’den adım atılmasını beklemek mümkün değildir. MHP’nin keskin milliyetçi tavrı ve AKP’nin de başbakan’ın cumhurbaşkanlığı adaylığını dayatması buna engeldir.
Bu gün Sayın Başbakan’ın verdiği bazı sözler karşılığında Kürtlerin taleplerinin yerine getirilmesi imkansız gözükmekte ise de bu sözlere kanarak PKK’nın eylemsizlik içinde olması, dolayısıyla kanın ve şiddetin durması, gençlerin ölmemesi de çok büyük bir kazanımdır. Bu kazanımın herşeye rağmen sürdürülmesi gerekmektedir. Ancak korktuğum, Kürt milliyetçilerinin Başbakan’ın sözünde duramamasından kaynaklı yeniden şiddet yoluna başvurmalarıdır. Geçmişte bunun kötü örneklerini çok yaşadık. AKP, her seçim döneminden önce bu tür girişimlerde bulunarak PKK’yı eylemsiz kılmakta, ancak verilen sözler tutulmayınca PKK yeniden şiddete başvurmaktan çekinmemektedir. Yalancı çoban gibi PKK her seferinde aldatılmaktadır. Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde de aynı senaryo uygulanmaktadır. Bu sürdürülemez bir politkadır. Sonuçları kan ve gözyaşıdır.
Ancak Kürtlerin ve Türklerin artık şiddetle bir yere varılamayacağını da anlamış olmaları gerekiyor. Birlikte yaşamanın koşullarının oluşturulmasında şiddeti tamamen dışlayan, yeni demokratik yöntemlerin geliştirilmesine her iki tarafın da öncekinden daha fazla ihtiyacı vardır. Bu konuda mümkün olan her türlü çabayı her iki tarafta göstermelidir.
Birlikte yaşamanın koşullarının oluşturulmasında  Cumhuriyet Halk Partisi’ne de çok büyük görevler düşmektedir.  Her ne kadar CHP içinde ulusalcı kanadın varlığı buna engelmiş gibi görünüyorsa da  CHP genel başkanlığının belirleyeceği siyasi tavırla geniş halk kitlelerinin bir süreç içinde ikna edilmesi mümkündür.
Şu anda CHP bir ikilem içindedir. Geçmişte yaşanan meclis dışında kalma olayının verdiği travma ile ve ulusalcı kanadı küstürmeme gibi bir çekingenlikle bu adımları atmada isteksizlik göstermesi, sosyal demokrat bir parti olduğunu söyleyen bir siyasi partide uzun süre sürdürülemez.
Bir parti, hem sosyal demokrat, hem de ulusalcı olamaz. Ulusalcılar da ikna edilerek kürtlerle birlikte yaşamanın asgari koşulları sağlanabilir. Bir şeyin hem kendisi hem zıddı olamayacağı ancak bunun evrimle değişebileceğini söyledim.
Değişim, değişmeyen tek şeydir.
Yarınların bugünden daha iyi olacağını sosyoloji tarihi bize göstermektedir. Elbette bu, bir takım inişli çıkışlı, kesintili bir tarihi süreçtir.
Ancak süreç daha iyiyedir.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

MESERRET MART 2021

     Bu sayıda Özay Gönlüm'ün bilinmeyen yönleriyle yaşam öyküsünü ve kendisiyle özdeşleşmiş Umman Nine'nin mektuplarından birini ok...