MENDERES YOLU YÜRÜYÜŞ PARKURU ÇALIŞMALARI
(ETAP: TRİPOLİS-KARAHAYIT ŞELALESİ)
Avukat
Ali Yollu arkadaşım, yapımına çalıştığım “Menderes Belgeseli” hakkında geldiğim
aşamayı sorup, kendisinin de “Menderes Yolu” isimli bir yürüyüş parkuru
hazırlığı içinde olduğunu söylediğinde ne yalan söyleyeyim biraz gururlandım.
Esin
kaynağı olmak güzel bir duygu. Neyse…
Ali
Yollu, Denizli PAKDOS’un bir ara yönetimi içinde de bulunmuş, deyim yerindeyse kendini
doğaya, yürümeye, dağcılığa adamış birisidir.
Edindiği
hobi, soy ismi ile adeta çakışmıştır.
Zaman
içinde kendisiyle birçok yürüyüşte birlikte oldum. Yürüyüşlerdeki disiplini,
sorumluluk ve inisiyatif alma becerisi ile yürüyüşe katılan bizlerin takdirini
kazanmıştır.
Ali
Yollu aynı zamanda azimli bir arkadaştır. Başladığı bir işi bitirmek için
azimle ve sabırla çalışır.
Menderes
Yolu projesinde gösterdiği azim ve çaba da bunun örneklerinden biridir. Projeyi
bitirmek için sabırla, azimle, yorulmak nedir bilmeden çalışmaya devam
etmektedir.
Ali
arkadaşım, bu çalışmalarına beni de eklemleyerek, kendi belgesel çalışmalarım
için araştırma yapmama olanak sağlamak istemiştir. Ayrıca benden Menderes Yolu ile ilgili gezi
notu tadında yazılar yazmamı istediğinde daha da mutlu oldum.
Bu
yazı işte bu düşüncenin ürünü olarak kaleme alındı.
Daha
önce yazdığım, Menderes Nehri’nin çıktığı Eldere köyü ve Dinar’ı da kapsayan “
Menderes ve Dinar’ın Meşhur Ali Çavuş Bandosu” isimli gezi yazısına olan
beğeniler ayrıca beni cesaretlendirdi.
Av. Ali Yollu
Av.
Ali Yollu’nun açıklamasına göre Menderes Yolu projesi uzun soluklu bir yürüyüş
parkuru olacak. Menderes nehrinin uzunluğu yaklaşık 550 Km. dir. Amaç, nehrin
doğduğu kaynaktan, denize döküldüğü yere kadar olan geçtiği yerlerden, nehre
paralel uluslararası bir yürüyüş parkuru hazırlamak ve bu yolu yürüyüşçülerin
hizmetine açmaktır. Yürüyüş parkuru üzerinde bulunan bazı yerleşim yerlerini de
bu vesileyle tanıtmak ve yöre halkının geçimine katkıda bulunmak projenin başka
bir amacıdır.
Parkurun
uzunluğu dikkate alındığında bunun ne kadar zor ve zaman alıcı bir iş olduğunu
bu işlerden biraz anlayanlar anlayacaktır.
Bu
nedenle çalışmalar etap etap yapılmakta, daha sonra tespit edilen etaplar
birleştirilip hem arazide fiziki olarak hem de GPS cihazlarına dijital olarak
işaretlenmektedir.
Ali
Yollu arkadaşım, Mali Müşavirlik yapan Atakan Erenler ile 18 Ocak 2015 pazar günü
yapacakları çalışmaya beni de davet ettiğinde hiç düşünmeden “evet” dedim.
Yenicekent
(Tripolis) ile Laodikya arasından geçirilmesini düşündükleri parkurun keşfini
yapacaklardı.
Sabah
07,00 gibi Atakan beyin aracı ile Karahayıt’a doğru yola çıktığımızda, doğrusu,
çalışmanın yöntemi konusunda tam bir bilgi sahibi değildim. Ali beye neden Karahayıt dediğimde,
Karahayıt’a bağlı Haytabey köyünden muhtarı alacaklarını ve muhtarın
kendilerine rehberlik edeceğini söylediğinde kafam iyice karıştı.
Ben
araştırmalara Yenicekent’te bulunan antik kent Tripolis’ten başlayacağımızı
düşünmüştüm. Ali bey ise tersten
başlıyordu. Onun anlattığına göre değişen bir şey yoktu.
Evdeki
hesabın çarşıya uymadığını muhtarı bulduğumuzda anladık. Haytabey muhtarını
ayağında iskarpin, takım elbiseli görünce muhtarın bize rehberlik edemeyeceğini
anladık. İlk hayal kırıklığını yaşamıştık.
Allah’tan
Ali Bey GPS cihazına daha önce geçeceği güzergahı işaretlemişti. Hemen döndük ve
parkurun başına geldik. Parkurun başlangıcı Karahayıt şelalesine yakın bir
yerdi. Daha doğrusu etaplar birleştirildiğinde Karahayıt şelalesi de parkurun
içinde kalıyordu. Ancak parkurun bu bölümü bugünkü çalışmanın kapsamı
dışındaydı.
Ali
ve Atakan Bey çantalarını sırtlayıp patikadan yola koyuldular. Ben parkurun
başında kaldım. Araç bana kalmıştı. Benim görevim, araçla birlikte
arkadaşlarımı parkurun sonu olan Tripolis antik kentinde karşılamaktı. Aradaki
zamanda ise istediğim gibi takılabilecektim.
Ben,
Karahayıt şelalesine gitmekle işe başladım.
Muhtar, şelalenin bulunduğumuz noktaya çok uzak olmadığını söylemişti. Dere
yatağını takip ederek gidebildiğim noktaya kadar gittiğimde, gördüğüm tam bir hayal kırıklığı idi. Şelale
bu olamazdı. Derenin suyu birkaç metre yukarıdan düşüyordu. Eğer söylenen
şelale buysa hiçbir albenisi yoktu. Dere
yatağından ileri baktığımda dere, duvarları birden yükselen bir kanyonun
içinden geliyordu. Derenin ilerisine kolayca geçmek mümkün değildi. Ağaçlar,
böğürtlenler selin bozduğu patikayı kaplamıştı. Daha doğrusu patika diye bir
şey kalmamıştı. Ben de kendimi zorlamadım.
Yalnızdım. Başıma bir şey gelse yardım edecek kimse yoktu. Ali beyin ve
muhtarın sözünü ettiği asıl şelale bu kanyonun içinde olmalıydı. Karşılaştığım
şelaleciğin birkaç fotoğrafını çektikten sonra başlangıç noktama döndüm.
Ayakkabımın
tabanına yapışan birkaç kilo ağırlığındaki çamurlardan zor da olsa kurtulduktan
sonra arkadaşlarımı Tripolis’te karşılamak için yola koyuldum. Vaktim boldu.
Yolda geçtiğim yerlerde fotoğraf makinemin vizörüne takılanları çekerek vaktimi
değerlendirmeye karar verdim.
İlk
durduğum yer Karahayıt’tı. Karahayıt, Denizli’ye Pamukkale’den sonra 5 km uzaklıkta
küçük bir yerleşim yeridir. Pamukkale’nin aksine demir bileşenlerini yoğun
olarak barındıran kırmızı renkte sıcak bir su kaynağına sahiptir. Suyun bu özelliğinden yararlanan kasabada
büyük termal otellerin yanında yoğun bir pansiyon işletmeciliği vardır.
Kırmızı sıcak su (Karahayıt Kasabası)
İkinci
durağım Pamukkale idi. Pamukkale’nin içine girmedim. Pamukkale’de daha önce Denizli Barosu Doğa Sporları
ve Fotoğrafçılık kursunun düzenlediği etkinlik çerçevesinde epeyi bir fotoğraf
çekmiştim. Pamukkale kasabasının
kurulduğu alanda, travertenlerin altında kalan bölgede yeni bir düzenlemeyle
halkın faydalanmasına açılan Kocaçukur’dan travertenleri fotoğraflamakla
yetindim.
Akköy’ü
geçip Gölemezli kasabasına geldiğimde saat on ikiyi geçiyordu. Acıkmıştım.
Kasabada bir kahveye girdim. İçeride kahveciden başka birkaç kişi daha
vardı. Bir gün önceden bölgenin yerleşim
yerlerini işaretlediğim harita taslağını çıkardım. Bölgeyi anlamaya çalışıyordum.
Harita taslağının çizili olduğu kağıt parçasını çıkarınca kahveci dahil diğer
kişiler de başıma üşüştü. Meraklı bakışlar bir bana bir kâğıda bakıyordu. Ben
de durumu açıklama gereği duydum. Kahvedeki adamlardan biri “ Vallahi sizde bir
gram akıl varsa” dediğinde şaşırdım. Adam: “Televizyondan bazen çığ altında
kalan dağcı haberlerini izliyorum,” dedi. Ve yine yemin ederek “Bu haberleri
duyduğumda vallahi bir gram üzülüyorsam” diye devam etti. Adama dışımdan “De
git, sen okey oynamana devam et”, içimdense aklıma gelen her şeyi söyledim.
Karnım
doymuş, içtiğim birkaç bardak çayla kendime gelmiştim. Ama az önceki adamın
söylediklerine de kızmaya devam ediyordum. Allah’ım, ne insanlar var memlekette
diye lahavle çektim.
Gölemezli’den
sonra Çeşmebaşı köyüne dönerek buradan Ada köyüne ve oradan da Ahmetli köyüne
ulaştım. Ahmetli köyünden Yenicekent’e gidecek ve dağdan patikaları keşfede
keşfede gelecek olan arkadaşlarımı Tripolis’te karşılayacaktım. Ahmetli köyü de
Menderes nehrinin yanında kurulu küçük bir yerleşim yeriydi. Burada Menderes
nehrinin üzerinde tarihi bir köprü olduğunu belgesel çalışmalarımdan
biliyordum. Tarihi köprünün yanına yapılan betonarme yeni köprü ulaşıma
açıldığından bu yana köprü bakımsız kalmış, adeta yıkılmaya yüz tutmuştu.
Gördüğüm manzaradan üzülmüştüm. Tarihi bir değer göz göre yok oluyordu.
Tarihi Ahmetli Köprüsü
Ahmetli
köyünde kahvede biraz soluklandıktan sonra Yenicekent’e geldim. Yenicekent’te
Belediye’nin arkasındaki parkın içinde bir türbe olduğunu duymuştum. Bu
türbenin fotoğrafını çektim. Türbeye ait her hangi bir tabela ve açıklama
yoktu. Kitabesini aradım. Kitabesi de yoktu. İnternetten de doyurucu bir bilgi
edinemedim.
Türbenin
birkaç fotoğrafını çektikten sonra kasabanın ana caddesinde bulunan çay bahçesine
oturdum. Burada Ali beyden telefon bekleyecektim. Saat öğleden sonra üçü az
geçiyordu. Az sonra beklediğim telefon geldi. Beni Mahmutlu köyüne çağırıyordu.
Mahmutlu köyü planlamamızda yoktu. Plan, dağdaki patikayı Tripolis antik kenti
yakınlarına indirmekti.
Tripolis
antik kenti bölgenin Hierapolis ve Laodikeia ile birlikte önemli antik yerleşim
yerlerinden biridir. Kazı çalışmaları devam etmektedir. Gördüğümde kent
neredeyse görünür hale getirilmişti.
Tripolis
harabelerini geçip Mahmutlu köyüne devam ettim. Yolda, Menderes nehri üzerine
sulama amaçlı pompalama tesisleri yapıldığını gördüm.
Yenicekent (Menderes suyunu) tevzi/pompalama tesisi
Menderes,
Denizli ve Sarayköy ovalarına bereket katıyordu. Ovanın toprak yapısı
mükemmeldi. Menderes’in taşıdığı alüvyonlar ile devamlı besleniyordu. İklim
uygundu. Ilıman iklime bölgeden fışkıran sıcak su ve buhar kaynaklarını da
eklediğinizde tarımsal faaliyet için tüm doğal koşullar oluşuyordu. Sadece
çalışmaya ve çok çalışmaya gerek duyuluyordu. Bölge insanı da ellerindeki bu imkânın
bilincindeydi. Her tarafı narenciye bahçeleri, seralar ve pamuk tarlaları
kaplamıştı.
Arkadaşlarımı
Mahmutlu köyünde bir evin bahçesinde çay içerlerken buldum. Evin sahibi Veli
Şen, enişteleri eski Ahmetli Belediye Başkanı Orhan Çırak ve Ali Kara ile
birlikte mükemmel bir ev sahipliği yaparak bizi misafir etti. Odun ateşinde
yapılan gözleme ile ve kuzine sobada pişirilen kek harikaydı. Yorgunluğumuzun
üzerine iyi gelmişti.
Bizi
misafir eden güzel insanlara teşekkür ettikten sonra bir başka parkur
çalışmasında buluşmak üzere Denizli’ye doğru yola çıktık.
Eve
geldiğimde akşam olmuştu. Bu yazıyı yazmak için bilgisayarımın başına
oturduğumda, gün boyu yaşadıklarımdan duyduğum zevk bütün yorgunluğumu aldı
götürdü.
Bir
başka gezi yazısında buluşmak ümidiyle, hoşçakalın.
EK
GERÇEK KARAHAYIT ŞELALESİ
Ocak ayının on sekizinde yaptığımız ve yukarıdaki yazının konusu olan Menderes Yolu yürüyüş parkuru tespit çalışmaları sırasında Karahayıt şelalesinden söz etmiş ve yalnız başıma giriştiğim şelaleyi bulma çabamın olumsuz sonuçlandığını yazmıştım.
Bu çalışmanın ardından iki hafta sonra yani Şubat ayının birinde bölgede yeni bir keşif çalışması yaptık. Bu sefer Ali Yollu, Cengiz Arısoy ve ben, üçümüz birlikte hareket ettik. Başlangıç noktasından yürümeye başladığımızda hedefimiz öncelikle şelaleyi bulmak ve şelaleden itibaren de tespit edeceğimiz bir patika üzerinden Karahayıt kasabasına, oradan da Pamukkale'ye ulaşmaktı. Böylece iki hafta önce Tripolisten başlattığımız çalışmayı Pamukale'ye bağlayacaktık.
Kısa bir yürüyüşten sonra derenin aktığı vadinin başına gelmiştik. Botlarımız biraz ıslansa da dereyi geçerek kendimizi vadinin karşı yamacına attık. Burada Ali Yollu arkadaşım tecrübesi ve GPS cihazının da yardımıyla eliyle koymuş gibi şelaleyi buldu.
Karahayıt Şelalesi |
Karahayıt şelalesine inmek için dik ve kaygan bir patikayı kullanmak zorunda kaldık.Cengiz Arısoy'un yanında getirdiği iple kontrollü bir şekilde şelaleye indik.
Gördüğümüz manzara harikaydı.
Sizin de beğeneceğinizi ümit ederek çektiğim bir fotoğrafı paylaşıyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder