18 Ağustos 2019 Pazar


PARA,  PARA,  PARA

PARA DEDİKLERİ NEDİR?
Para, en basit ifadeyle emeğin, üretimin değişim aracıdır. Örneğin ben ekmek ürettim, sen de ayakkabı yaptın. Ben sana ekmek, sen de bana ayakkabı verdiğinde ürettiğimiz şeyleri değiştirmiş oluyoruz. Yani takas yapıyoruz. Ancak sorun burada ortaya çıkmaktadır. Ne kadar ekmeğe bir ayakkabıyı değiştireceğiz, takas edeceğiz. Birebir mi? Yoksa bire on mu, yüz mü?  Bu oranı piyasada arz talep dengesi belirlerse de ayakkabı üreticisinin ürettiği bir çift ayakkabıyı bir ekmekle birebir değiştirmeyeceğini herkes bilir. Dolayısıyla ayakkabıcı, fırıncıdan birden fazla ekmek talep eder. Örneğin fırıncının bir ayakkabı için her biri 350 gram olan 100 ekmek verip 1 çift ayakkabı aldığını düşünelim.  Şimdi fırıncının bir ayakkabısı, ayakkabıcının ise 100 ekmeği oldu. Ayakkabıcı, bu ekmeklerin bir kısmını işçisine, bir kısmını da ayakkabı malzemesi satın aldığı diğer üreticilere dağıtacak ve geri kalanını da kendisi tüketecektir. Tüketemediği miktar olursa bunu da biriktirecektir.
Ancak burada da bir sorun baş göstermektedir. Bilindiği gibi ekmeğin muhafazası kısıtlıdır.  Birkaç gün sonra ekmeğin bozulduğunu hepimiz biliriz. Dolayısıyla ayakkabı üreticisi fırıncıya sen bana ekmek verme, ekmeğin yerine her bir ekmek için bir fiş ver,  örneğin ayakkabı için 100 ekmek yerine yüz fiş ver, ben o fişlerle ihtiyacım olduğunda senden ekmek alayım. İhtiyacımdan artan fişleri ileride senden ekmek almak için kullanayım, hatta ben bu fişleri senden ekmek almak isteyen benim mal aldığım kişilere de verebileyim dediğinde iki kişi kendi arasında para meydana getirmiş olur. Dikkat ederseniz bu fişler biriktirilebiliyor ve başka kişilere de her biri 350 gram olan ekmek alabilmeleri için devredilebiliyor. İşte paranın üç özelliği yani değişim, biriktirilebilme (tasarruf) ve dolaşım özellikleri böylece ortaya çıkmış oldu.
Paranın bunlardan başka bir belki de en önemli özelliği standart bir değer ifade etmesidir.  Yukarıda ekmek ve fiş örneğimize dönecek olursak bir fişin 350 gramlık bir ekmek değerinde olduğunu anlarız. 350 gramlık bir ekmekle ne alınabiliyorsa artık bu fişle de aynı şeyleri aynı miktarda alabiliriz.
Para aynı zamanda bir borçlanma aracıdır. Borç, ileride üreteceğimiz mallara karşılık şimdi tüketeceğimiz mal ve hizmetleri satın almakta kullanacağımız paradır. Ayakkabıcı, fırıncı ve fiş örneğinden yola çıkacak olursa fırıncı, verdiği her bir fiş için ayakkabıcıya 350 gramlık bir ekmek borçlanmış olur.
PARANIN TARİHİ:
Tarihin ilk dönemlerinde bu fişin yerine değerli taş, deri ve maden parçaları kullanıldı. Bu madenlerin başında altın ve gümüş gelmektedir. Belli bir ağırlıktaki altın ve gümüş parçaları uzun süre para yerine kullanıldı. Devletlerin ortaya çıkmasıyla dolaşımdaki altın ve gümüş parçalarına bir standart getirilerek devletler de altından ve gümüşten para bastı. Devletler kendi ihtiyaçlarını bastığı bu paralarla karşılamaya başladı.  Tarihte ilk defa Lidyalılar bugünkü anlamda altından ve gümüşten para bastı. Uzun süre hem Lidya parası hem de maden parçacıkları kullanılmaya devam etti. Devletler zaman içinde piyasada dolaşımda bulunan maden parçalarını kendi bastığı altın, gümüş, bakır, nikel vs gibi değişik değerlerdeki paralar ile değiştirdi.  Daha önce kullanılan maden parçaları ise para ile alınıp satılan bir mal haline geldi.
TC Merkez Bankası da Osmanlı döneminde kullanılan altın, gümüş paralar ile kağıt paraları zaman içinde kendi bastığı paralar ile değiştirerek günümüzde kullanılan madeni ve kağıt paralara çevirdi. İlk zamanlar kağıt paralar altın karşılığı olarak basıldı. Daha sonra ise bu usulden vazgeçilerek kağıt paralar, üzerlerine sanal bir değer atfedilerek piyasaya sürüldü. Devlet “devlet olmanın verdiği güçle” sanal değerler vererek piyasaya sürdüğü paraların dolaşımını ve geçerliliğini garanti etti. Günümüzde ülkemizde olduğu gibi çoğu devlette bu garanti ile kağıt paralar sorunsuz olarak paradan beklenen her türlü özelliği taşıyarak işlevini yerine getirmektedir. (Kağıt paraların üzerinde yazılı sanal değere literatürde “itibari değer” denmekte olduğunu da bir bilgi olarak belirtelim.)
Devlet para bastığında bastığı paranın üzerine bir değer/miktar ifade eden bir sayı koyar. Örneğin bir lira, 10 lira, 100 lira vs. gibi. Bu değerler ile ülkenin her tarafında bu değere atfedilen herhangi bir mal ve hizmet satın alınabilir. Burada paranın bir başka özelliği daha ortaya çıkmaktadır. Bu da ülke içinde herkes tarafından kabul edilebilirlik özelliğidir.
Yukarıda kısa açıklamamızdan da anlaşılacağı gibi para bir mal ve hizmetin karşılığı olup o mal ve hizmetin değerini ifade etmektedir.
Mal ve hizmet dedik, para bunların karşılığı ve değerini ifade etmektedir dedik. Buradan yola çıkarak paranın, üretimin yani emeğin bir karşılığı olduğunu söyleyebiliriz.
PARA POLİTİKASI:
Devletler vatandaşlarının refah ve güvenlik içinde yaşamaları için vardır. Vatandaşların refah içinde yaşamaları için gerekli tedbirleri almak, olanakları sağlamak devletin görevleri arasındadır. Devlet ve yöneticiler bu görevini merkez bankası, maliye, vergi, hazine gibi kurumlar başta olmak üzere devletin idare organları eliyle yürütür. Merkez bankaları piyasada dolaşımdaki para miktarını kontrol ederek piyasanın sorunsuz işlemesine büyük oranda katkıda bulunur. 
Piyasadaki para miktarı, teknik deyimle emisyon ne kadar olmalıdır. Bunun cevabını yukarıdaki açıklamalarımızdan sonra kolaylıkla verebiliriz ve bu miktar, ülkede üretilen mal ve hizmetlerin değişimini sorunsuz yapabilecek kadar olmalıdır diye cevaplayabiliriz. İşte merkez bankaları bu miktarları belirleyerek zaman zaman emisyonu azaltıp zaman zaman da artırarak bu işlevin yerine gelmesini sağlamaktadırlar.
Az önce ifade edilen emisyon miktarı, teoride bir denge unsuru olarak olması gereken gibi görünebilir. Ancak devleti idare eden yöneticiler değişik siyasi düşüncelerle idareleri altındaki kurumlarla ekonomiye müdahale ederler. Örneğin kısa zaman içinde çok büyük oranda yol, köprü, konut gibi sabit inşaat yatırımları yaparlar ve bunların finansmanı için hazineyi borçlandırırlar. Borç ile yapılan yatırımlar için alınan hammadde ve ara malı ile işçilik ücretleri ödenir. Bu piyasada bir canlanma yaratır. Piyasada para bollaşır. İnsanların alım güçleri artar. İnsanların alım güçlerinin artmasına karşı yapılan yatırım üretime değil de inşaata harcandığı için insanların ihtiyaçlarını karşılayacak üretim artmaz. Üretimin (arzın) az, alım gücünün (talebin) çok olduğu bir pazarda fiyatlar artar, enflasyon (talep enflasyonu)  oluşur.
İşte merkez bankaları bu anda devreye girerek piyasadaki emisyonu azaltır. Emisyon yani dolaşımdaki para miktarı azalınca insanların harcamaları da azalır ve enflasyon düşer. (Merkez bankasının bu işlevini nasıl yaptığı ayrı bir konudur ve konumuz dışındadır. )
PARA NEREDE:
Bazen piyasada paranın dönmediğinden söz edilir. Yaprak kıpırdamıyor denir. Bu, kriz dönemlerinde olur. Bunun nedenini yukarıdaki açıklamalardan sonra kolaylıkla açıklayabiliriz. Yukarıda paranın, bir mal ve hizmetin yani emeğin karşılığı olduğunu ve onu temsil ettiğini söylemiştik. Piyasada paranın dönmemesinin temelinde o ülkede ihtiyaçlara yetecek miktarda mal ve hizmet üretiminin olmaması yatar.  Bazen ülkede her şey güllük gülistanlık gibi görünür. Refah artar. İnsanlar ev, otomobil sahibi olur, havaalanları, yollar, köprüler, hastaneler yapılır. Ancak bunlar yukarıda açıklandığı gibi ülke kaynaklarıyla değil de dış kaynak yani dövizle borçlanarak yapılırsa bu borç bir süre sonra ülkede krize neden olur. Döviz fiyatları artar, döviz fiyatlarının artması enflasyona neden olur, enflasyonu dizginlemek için faizler artırılır, faizlerin artması üretimin azalmasına, üretimin azalması işsizliğe neden olur. Üretim azaldığı dolayısıyla mal ve hizmetler pahalandığı için insanlar zorunlu ihtiyaçlarının dışında para harcamaz. Bir süre sonra deyim yerindeyse alışverişler bıçak gibi kesilir.
İdareciler, bu aşamada merkez bankasından faizleri düşürmesini, insanların tasarruf etmeyip gerekirse düşük faizle borçlanarak da harcama yapmasını ve piyasanın canlanmasını isterler. Ancak bu doğru bir yaklaşım değildir. Borçlanma ileride yapılacak üretimin karşılığı daha doğrusu üretmeden tüketmeye yarayan paradır. Bu yaklaşımın sonucunda talep enflasyonu ve döviz fiyatları artar. Enflasyon beklentisi ve döviz fiyatlarındaki artış enflasyonun yeniden artmasına neden olur. Bu da yeniden faizlerin artırılmasına neden olur. Bu sarmal bir süre devam eder.
ÇÖZÜM:
Çözüm, faizleri artırarak piyasadaki harcanabilir parayı yani talebi azaltmaktan geçer. Faizlerin artırılması, tasarrufların artmasını ve yeni borçlanma imkanlarını da beraberinde getirir. Döviz fiyatlarını aşağı çeker. Ancak yapılan tasarruflar ve alınan yeni borçların -inşaat gibi katma değer oluşturmayan yatırımlara ve tüketime değil- katma değer yaratan üretime yönelik yatırımlara aktarılması gerekir. Bu sayede üretim artar, üretimin (arzın) artmasıyla birlikte enflasyon dolayısıyla faizler düşmeye başlar ve piyasa yeni bir dengeye oturur.
Üretimin artması demek daha çok para demektir. Piyasada paranın dönmesi, alışverişlerin artması için  öncelikle katma değer yaratan üretimin artması gerektiği çok açıktır.
Sonuç olarak bir ülkenin kalkınması, vatandaşlarının refahı daha çok üretmekten geçmektedir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

MESERRET MART 2021

     Bu sayıda Özay Gönlüm'ün bilinmeyen yönleriyle yaşam öyküsünü ve kendisiyle özdeşleşmiş Umman Nine'nin mektuplarından birini ok...